PAPA’NIN TÜRKİYE ZİYARETİNİN ARDINDAN - 05.12.2025
Blog No : 2025 / 26
05.12.2025
9 dk okuma

Deniz BERKTAY(*)

 

Papa 14. Leo’nun, İznik Konsili’nin 1700. Yıldönümü vesilesiyle Türkiye’ye yaptığı ziyaret, sona erdi. Fakat, gelişmeler, bu ziyaretin, sadece dini bir ziyaret olmadığını ve sonuçları itibariyle, daha epey tartışılacağını gösteriyor. 

Ziyaretin resmi gerekçesi olan I. İznik Konsili, Hristiyanlık tarihi açısından, büyük önem taşıyor (Hristiyanlık’ta kilise kurumu nasıl ortaya çıktı, konsiller nedir ve ne önem taşırlar, Fener Patrikhanesi’nin ekümenikliği konusu nedir ve konunun uluslararası politika ve Rusya – Ukrayna Savaşı’yla ilgisi nedir, bütün bu konuları merak edenlere, Türkçe bu konuda en geniş kapsamlı bir çalışma olan ve Cumhuriyet Yayınları’ndan çıkan “Rusya Batı Çatışmasında Fener Rum Patrikhanesi” adlı kitabımı naçizane tavsiye ederim).

 

Peki, nedir İznik Konsili? 

Genel olarak, şöyle yanıtlayabiliriz: Bildiğimiz üzere, Hristiyanlık, ortaya çıktıktan sonraki ilk üç yüz yıl boyunca, Romalılar’ın ağır baskısına uğramıştı. Fakat, 300’lü yılların başında Roma İmparatorluğu’nun başına geçen I. Konstantin (İstanbul’u veya Bizans dönemindeki adıyla Konstantinopolis’i kuran kişi), Hristiyanlık gibi tek tanrılı bir dinin benimsenmesinin uçsuz bucaksız (İran’dan Atlas Okyanusu’na uzanan) bir devleti daha kolay bir arada tutacağına hükmetmiş ve pagan inançları yasaklamaksızın, Hristiyanlığı, devletin egemen dini haline getirmişti. Ne var ki, o tarihlerde, Hristiyanlık içinde farklı mezhepler ortaya çıkmıştı (İsa’nın Tanrı olduğunu kabul etmeyen Ariusçular gibi) ve bu durum, din aracılığıyla bütün bir imparatorluğu yönetmek isteyen İmparator I. Konstantin için, hiç arzu edilir bir durum değildi. O nedenle, İmparator Konstantin’in girişimi ve çağrısıyla, imparatorluk genelindeki yüzlerce üst düzey rahip, İznik’te toplandı. Burası, imparatorluğun o zamanki yönetim merkezi olan İzmit’in (Nikodimia) çok yakınında olması ve ulaşım açısından rahat olması nedeniyle tercih edilmişti. Burada 325 yılında toplanan I. İznik Konsili’nde, Hristiyanlığın temel iman ilkeleri (İslamiyet’teki “imanın şartları” gibi) benimsendi. Böylelikle, devlet girişimi ve denetimindeki bu Konsil’de, devlet açısından makbul olan, resmi Hristiyanlık benimsenmiş oldu ve bu kararları kabul etmeyenler, “sapkın” ilan edildi.

 

Yedi Konsil de Türkiye Topraklarında 

Roma (ve sonraki Bizans) İmparatorları da bu şekilde altı konsil daha toplayacaktı. Bu konsillerde, Roma’nın (ve sonraki Bizans’ın) resmi din anlayışı benimsenirken, bu kararı kabul etmeyenler, “sapkın” ilan edilecekti (mesela, eskiden Hakkâri yöresinde yaşayan Nasturiler, 3. Konsil Kararları’nı kabul etmezken, bugün hala Mardin’de yaşayan Süryaniler, Ermeni Gregoryen (Apostolik) Kilisesi ve Mısır’daki Kıptiler, 4. Konsil’in kararlarını reddederek, resmi Hristiyanlık’la ters düşeceklerdi). Bu konsillerin tamamı, bugünkü Türkiye topraklarında düzenlenmişti (1. Konsil İznik’te, 2. Konsil İstanbul’da, 3. Konsil Efes’te, 4. Konsil Kadıköy’de, 5. ve 6. Konsiller İstanbul’da ve 7. Konsil, yine İznik’te), ki bu durum, bugünkü Türk topraklarının Hristiyan dünyası açısından taşıdığı önemi ortaya koyar. 787’de İznik’te düzenlenen 7. Konsil (veya 2. İznik Konsili) sonrasında ise, Katoliklerle Ortodokslar arasında sürtüşmeler artacak ve 1054 yılında Katolik ve Ortodoks kiliseleri, birbirlerini karşılıklı olarak aforoz edecekti. Asıl olarak Roma kiliseleri ile İstanbul kiliseleri (İstanbul Patrikhanesi, 1604’ten itibaren İstanbul’un Fener semtinde faaliyet gösterdiği için biz “Fener Patrikhanesi” desek de tarihsel adıyla, İstanbul Patrikhanesidir.), arasındaki iktidar mücadelesi sonucu ortaya çıkan ayrılıklara, Yunan ve Latin dünyasının birbirinden kopuşu ve son olarak, Kutsal Ruh’un kaynağı konusundaki tartışmalar eklenmiş, böylelikle, ipler kopmuştu. Ancak, Katolik ve Ortodoks dünyaları arasında ilişkilerin deyim terindeyse “kanlı bıçaklı” hale gelmesi, 1204’te, Katolik Latinler’in İstanbul’u yağmalaması ile sonuçlanan 4. Haçlı Seferi sonucunda gerçekleşecekti. Latinler’in Bizans’ın başkentinde her türlü rezaleti yapması, Rum Ortodokslar’ın ileriki yüzyıllarda Müslüman Türkler’i Katolikler’e tercih etmelerine neden olacaktı. 

Yüzlerce yıl boyunca Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasında kopuk kalan ilişkiler, ABD’nin girişimiyle, 1960’larda onarıldı. 1964’te, Papa VI. Paul ile Fener Patriği Athenagoras, Kudüs’te buluşarak diyalog kararı almış ve ertesi yıl, 1965’te yayımladıkları bir bildirgeyle, birbirlerine yönelik aforozları kaldırdıklarını ilan etmişlerdi. İşte, İznik’teki Papa-Patrik buluşması, bu karşılıklı aforozların kaldırıldığı tarihin de 60. yıldönümünde yapıldı. 

Ancak, buraya kadar yazılanlardan hareketle, Papa’nın Türkiye ziyaretinin dini nedenlerden ibaret olduğunu düşünmek hata olur. Hatta, dini nedenlerin siyasi nedenlerin gölgesinde kaldığını söylemek daha doğru olur. 

Öncelikle, Papa’nın bu şekilde Fener Patriği ile buluşması ve yakınlaşması, ABD’nin (ve Batı’da Rusya karşıtı politikaları savunanların) politikalarının dini ayağını oluşturuyor. Zira, Doğu Avrupa’da Rusya ile Batı arasındaki güç mücadelesinde, özellikle 1940’lı yıllardan beridir, dini kurumlar, her iki tarafça da etkin olarak kullanılıyor. Fener Patrikhanesi de (yine benim “Rusya Batı Çatışmasında Fener Rum Patrikhanesi” adlı kitabımda ayrıntılı olarak yazdığım üzere), 1940’ların ikinci yarısından beridir, ABD ve İngiltere’nin Doğu Avrupa’da Moskova’ya (eskiden SSCB, şimdiyse Rusya’ya) karşı mücadelesinde, etkin bir şekilde kullanılmakta. Ancak, Ortodoks dünyası, Katolik dünyasından farklı olarak, tek parça değil; Fener Patriği de, Ortodoks dünyasında, Papa’nın sahip olduğu yetkilere sahip değil. Ortodoks dünyasında, şu anda, on altı adet bağımsız (otosefal) kilise var ve Fener Patrikhanesi, bu kiliseler arasında sadece, eşitler arasında birinci durumunda. Üstelik, 2018 yılından beridir, Ortodoks dünyasında en kalabalık cemaate sahip olan Rus Ortodoks Kilisesi ile ilişkileri, Ukrayna meselesi nedeniyle, kopuk (Ukrayna’nın kimin ruhani alanında olduğu tartışması yüzünden). İşte, bu bölünmüş Ortodoks dünyası konusunda da şimdiki Papa 14. Leo’nun politikası, bu yıl vefat eden, bir önceki Papa Franciscus’un politikalarından belirgin biçimde ayrılıyor. Papa Franciscus, daha ziyade, Rus Ortodoks Kilisesi ile diyalog halindeydi ve bu diyalog, hem Rus Ortodoks Kilisesi’nin ağırlığını arttırmakta hem de Rusya’nın bu kiliseler arası diyalog vesilesiyle, Batılı ülkelerin kendisine 2014’ten beri uygulamakta oldukları diplomatik izolasyonları delmesine yardımcı olmaktaydı. Papa Franciscus, Rusya – Ukrayna Savaşı’nda da daha dengeli bir politika izlemiş ve taraflar arasında diyalog çağrısında bulunmuş, bu nedenle, Batı’daki “şahinler”in epey tepkisini çekmişti. Yeni Papanın ise, Rusya’ya karşı daha sert tutumunun olduğunu, bununla paralel şekilde, Rus Ortodoks Kilisesi (Moskova Patrikhanesi) yerine, Fener Patrikhanesi ile diyaloğa öncelik verdiği görülüyor. 

Yeni Papa’nın Fener’i Ortodokslar’ın adeta tek temsilcisi gibi muhatap almasının yanı sıra, Papa 14. Leo’nun, ABD’nin Fener konusunda Türkiye’den istediği taleplere de destek verdiği görülüyor. Bilindiği üzere, ABD, Fener Rum Patrikhanesi’ni Doğu Avrupa’daki Ortodoksları etkileme politikasını daha rahat uygulayabilmek için, Türkiye’den, Fener Rum Patrikhanesi’ni – Lozan’a aykırı şekilde- ekümenik olarak, yani, bütün Ortodokslar’ın fiili lideri olarak tanımasını, bununla birlikte, Fener Rum Patriği’nin Türk vatandaşı olma şartını kaldırmasını istiyor. Bunun, Fener’i Türkiye’nin denetiminde bir kurum olmaktan tamamen çıkartacağı açıktır. Yine bunun bir parçası olarak, Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olan, fakat Fener’in Türk kurumlarının denetimini kabul etmemesi nedeniyle 1971’de kapatmış olduğu Heybeliada Ruhban Okulu’nu yeniden açmasını talep ediyor. Bu okulun kapandığı tarihlerde, öğrencilerin büyük çoğunluğunu, Türk vatandaşı olan Rumlar değil, yabancı uyruklular oluşturuyordu. Dolayısıyla, bu okulun Türk eğitim kurumlarının denetiminden bağımsız şekilde yeniden açılacak olmasının, Türkiye vatandaşı Rumlar’ın din adamı ihtiyaçlarının karşılanmasından ziyade, ABD yanlısı çizgide din adamlarının yetiştirilerek çevre ülkelere gönderilmesini hedeflediği, ortadadır. İşte, Papa 14. Leo’nun gündeminde, Trump yönetiminin Türkiye’den taleplerinden biri olan Ruhban Okulu konusunun da yer aldığı, ziyaretten kısa süre önce, basına yansımıştı. Papa’nın Türkiye’de Anıtkabir'i ziyaret ettiği halde, ziyaret defterinde Atatürk’ü anmaması ve Ankara’da yaptığı açıklamada, “tekdüzeliği” eleştirerek Türkiye’deki farklı cemaatler arası diyaloğa çağrıda bulunması, Türkiye’deki ulus devleti hedef alan açıklamalar olarak görülebilir. 

Bu açıdan baktığımızda, Papa’nın ziyaretinin sadece Türkiye’deki din turizminin canlanmasından ibaret bir konu olmadığını görürüz. Bu ziyaret, yaşadığımız coğrafyayı etkileyen jeopolitik çatışmalarla doğrudan bağlantılıdır ve yakından izlenmeyi gerektirmektedir.    

 

*Ortodoksluk Uzmanı – Kiev 


© 2009-2025 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.