GKRY’NİN YENİ LİDERİ NİKOS ANASTASİADİS VE KIBRIS SORUNU
Blog No : 2013 / 21
11.03.2013
20 dk okuma

2008’deki Sözde Fırsat Penceresi Açılamadı

5 yıl önce bugünlerde GKRY’de Dimitri Hristofyas Başkan seçilmişti. Komünist AKEL Partisi’nin liderliğinden bu makama gelmişti.

KKTC’de ise, o zaman itibariyle 43 yıllık olan Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğün baş sorumlusu olarak gösterilmeye başlanmış olan Rauf R. Denktaş’ın yerine 2005 yılında M. Ali Talât Cumhurbaşkanı olmuştu.
Gökyüzünde gezegenler arasında nasıl yüzlerce, hattâ binlerce yılda bir vuku bulan pozisyonlar meydana geliyorsa, ideolojik kökenleri dolayısıyla birbirlerini “yoldaş” olarak niteleyen iki siyasetçi de, NATO’nun stratejik konumu itibariyle çok önem verdiği, orada komünistlerin idareye hakim olmalarından daima çekine geldiği Kıbrıs adasında, demokratik bir tesadüf(!) sonucu Devletlerinin başında “mevkidaş” oldular.

Talât ve partisi CTP, daha güneyde seçim yapılmadan Hristofyas’ın seçilmesinin Kıbrıs sorununun çözümü için bir “fırsat penceresi” yaratacağını öne sürdü. Hristofyas seçimi kazandı. Babacan ve Bakoyannis, Ankara’da Talat - Hristofyas ikilisinin çözüm için “fırsat penceresi” açtıklarını ifade ettiler. ABD ve AB de aynı görüşü dile getirdiler. BMGS de onlara katıldı.

“Kıbrıs’ta Yoldaşlar İşbaşında” ve “Kıbrıs’ta Fırsat Penceresi mi?” başlıklarıyla Cumhuriyet Gazetesi’nde (11 ve 21 Mart 2008) yayınlanan yazılarımızda, M. Ali Talât çözüm için ne kadar hevesli ve tavizkâr olursa olsun Hristofyas ile çözüm olamayacağını gerekçeli olarak iddia ettik. Yanılmadık.

2004’de AKEL red oyu vermiş olduğu için, Mart 2008’de müzakere süreci başladıktan sonra, Hristofyas’ın istediği şekilde ANNAN Plânı tamamen terk edildi. 1974’den önceki dönemde geçerli olan belgeler referans alındı; kavramlar kullanıldı. Yani Hristofyas’a çok önemli tavizler verildi. Yine de çözüm ortaya çıkmadı. Sonunda Talât Hristofyas’ı suçladı. Başbakan Erdoğan da dayanamadı ve Hristofyas’ı kastederek “hepsi aynı değirmenden çıktıkları için mamul olarak fark etmiyor; Papadopulos daha önce ne söylemişse, O da onları söylüyor” dedi. Sonunda doğru bir teşhiste bulundu. 

Türk Basını Anastasiadis’e Olumlu Baktı

24 Şubat 2013 günü yine Kıbrıs Rum siyaset değirmeninin ürünü olan Nikos Anastasiadis GKRY’de Başkan seçildi. 
Basınımız Anastasiadis’i genellikle olumlu vurgulamalar ile kamuoyumuza takdim etmeye başladı. Güney Kıbrıs’taki seçim kampanyasında ana temayı ekonomik ve malî krizin oluşturduğuna, Kıbrıs konusunda tartışmalara girilmediğine işaret edildi. Anastasiadis’in liderliğindeki DİSİ Partisi’nin 2004 Annan Plânı referandumunda “evet” oyu verdiği hatırlatıldı. Bunlar hayra alâmet olgular olarak yorumlandı.
Anastasiadis’in seçimi kazandıktan sonra verdiği demeçlerden ve 28 Şubat günü yemin töreninde yaptığı konuşmadan bazı ifadeleri adeta cımbızla seçilerek, haberlerde “İlk mesaj Türkiye’ye”, “Türkiye’ye ihtiyacı var”, “Müzakereler yeniden başlayacak”, “Kıbrıs sorunu hakkında sıcak mesajlar verdi”, “Türklerin de kabul edeceği çözüm istiyorum” gibi başlıklar ve alt başlıklar oluşturuldu.

Anastasiadis’in konuşmaları “Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyoruz; Türkiye ile yeni dönemde yeni bir ilişkiye hazırız”; “Kıbrıs sorununun çözümü bize bağlı, Türkiye'ye bağlı, Kıbrıs Türküne bağlı. Çözüm için umutluyum; ancak çözüm için Türkiye’nin yardımına ihtiyacımız var” gibi alıntılarla kamuoyuna nakledildi. Âdeta muhtemel yeni bir çözüm arayış süreci hakkında umutlu bir hava yaratılmağa çalışıldı.
Anastasiadis Ada’daki Gerçekleri Kabullenebilir Mi?

Peki, Anastasiadis konuşmalarında Kıbrıs sorununun önümüzdeki dönemde çözülmesi ihtimali hakkında gerçekten tarafımızdan olumlu algılanabilecek ve umutlanmamızı haklı kılacak mesajlar mı verdi?

GKRY’nin yeni Lideri, önümüzdeki dönemde, Ada’da âdil ve kalıcı bir çözümün sağlanmasına katkıda bulunabilir mi?

Katkı yapabilmek için, Kıbrıs sorununun “megali idea” ideolojisinin ve “enosis” emelinin ürünü olarak çıktığı; Ada’daki status quo’nun 1974’de oluşmasına bir “enosis” hareketinin sebebiyet verdiği; status quo’nun Rumların ve Yunanistan’ın çözümü reddeden politikaları ve engelleyen tutumları yüzünden giderek yerleştiği; 2004’de status quo’nun ortadan kalkması ve hattâ kendileri için “enosis’in” tam anlamıyla AB zemininde gerçekleşebilmesi yolunda yaratılmış olan tarihî fırsatın, kendi Partisi DİSİ’nin “evet” oyu vermesine karşın, Rumların büyük çoğunluğunun oyuyla reddedilmesiyle kaçırıldığı gibi gerçeklerle yüzleşebilir mi?

Yaşayabilir çözüm için Ada’daki gerçeklerden hareket edilmesinin zarurî olduğunu idrak edip, bunu kabullenebilir mi?

Kıbrıs konusunu ele alırken, halen kendi ülkesinin ve anavatanları Yunanistan’ın ekonomik ve malî yönden içinde bulunduğu durumu dikkate alabilir mi? 

Yanıtım: “Hayır”

Bu soruların tümünü baştan “hayır” diyerek cevaplandırıyorum.
Bu iddialı cevabı şu olgulara dayanarak veriyorum:

İlk olarak belirtilmelidir ki, güney Kıbrıs’taki seçim kampanyasında ana tartışma konusunu malî ve ekonomik krizin oluşturmuş ve Kıbrıs sorununun önüne geçmiş olması olgusu, Anastasiadis’in GKRY lideri olarak Kıbrıs sorununun çözümünde gerçekçi ve uzlaşıcı bir tutum izleyebileceğine dair işaret olamaz. O’nun makul, ölçülü ve mutedil bir siyasetçi olduğunu da göstermez.

Anastasiadis 2005’de Türkiye’ye Gelmişti

Burada bir hatırlatma yapmak istiyorum: Anastasiadis, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin daveti üzerine Güney Kıbrıs muhalefet lideri olarak 2005 Şubat ayında Türkiye’ye gelmiş ve Ankara ve İstanbul’da temaslar ve görüşmeler yapmıştır. Ziyaretinden kısa bir süre önce verdiği demeçte “Türk Hükûmeti’nin Kıbrıs politikasına karşı çıkanların başında askerler geliyor" demiştir. Zamanın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bu sözlere "çok çirkin; ayıplıyorum" şeklinde sert tepki vermiş ve "eğer gazetedeki ifadeler doğruysa Türkiye'ye gelirken bu tür şeylerin söylenmesi çok yanlış olmuş. Görüşürsem kendisine de söyleyeceğim” şeklinde konuşmuştur.

Anastasiadis: Kıbrıs sorunu “Millî Dava”

Bu güne dönersek: Anastasiadis, seçildikten sonra 28 Şubat günü yemin töreninde yaptığı konuşmada Kıbrıs sorununu “millî dava” olarak nitelemiş ve “vatanımız için en büyük meydan okumadır” demiştir. Kıbrıs sorununu ilk sırada ele almıştır. Mâlî kriz konusuna ikinci plânda yer vermiştir. Bu konunun Rum tarafının “Kıbrıs sorunundaki müzakere pozisyonunun kuvvetlendirilmesiyle irtibatlı olduğunu” vurgulamıştır.
DISI Seçmenin Yarısı Annan Plânı’na Red Oyu Verdi
İkinci olgu şudur: Anasatsiadis’in DISI lideri olarak 2004’de ANNAN Plânı’nı desteklemiştir. Ancak, DISI yandaşlarının yarısına yakını yine de ANNAN plânına karşı oy vermiştir. 2001 Meclis seçiminde DISI % 34 oy almıştır. Oysa, ANNAN plânına red oyu verenlerin nispeti %24’dür. Referandum’dan sonra DISI’den ayrılan veya ihraç edilen milletvekilleri olmuştur. Bu sebeple, Anastasiadis’in ANNAN plânına destek vermiş olmasını, çözüm ihtimali açısından geleceğe dönük değerlendirmelerde olumlu bir faktör olarak değerlendirirken ihtiyatlı olmamız gerekir.

DISI EOKA-B Yuvası

Üçüncü olgu, Anastasiadis’in siyasette yetiştiği ve Liderliğini de yapmış olduğu Demokratik Seferberlik Partisi’nin (DISI), 1974’deki gelişmelerin hemen ertesinde, Makarios’un güvendiği ve görüşmeci olarak atadığı siyasetçilerden Glafkos Klerides tarafından kurulmuş olmasıdır. DISI yelpazenin sağında yer alır. ENOSIS hedefini benimsemiş olan Klerides, DISI’yi EOKA-B elemanlarının yuvası haline getirmiştir. Anastasiadis DISI’nin kurucuları arasındadır. Uzun süre Parti’nin gençlik kollarının başkanlığını yapmıştır.
Annan Plânı’nı Reddedenler DISI’nin Koalisyon Ortağı
Dördüncüsü, Anastasiadis’in kurduğu kabinenin esas itibariyle DISI ve DIKO partilerinden oluşmuş bir koalisyon olması keyfiyetidir. DIKO adada çözümü daima red etmiş ve engellemiş olan Kyprianou ve “Mr. No” lâkaplı Papadopulos’un liderlik yaptığı partidir. 2004 referandumunda seçmeninden ANNAN plânına “hayır” oyu vermelerini istemiştir. Anastasiadis yaşayabilir gerçekçi bir çözümü DIKO ile mi gerçekleştirecektir? Kaldı ki, karşısındaki ana muhalefet AKEL’dir. Hristofyas döneminde DİKO AKEL’in koalisyon ortaklığını yapmıştır.

Kilise Anastasiadis’i Destekliyor

Beşinci olumsuz olgu, Kıbrıs Ortodoks Kilisesi’nin başı Hrisostomos’un ikinci tur seçimden önce Anastasiadis’e alenen destek beyanında bulunmuş olmasıdır. Hrisostomos’un elenizmin Kıbrıs’a ilişkin hedefinden sapma gösteren bir çözüm şekline destek olması beklenebilir mi?

Ulusal Konsey’in Rolü Arttırılıyor

Altıncısı, Anastasiadis’in “ne Cumhurbaşkanı, ne de bir siyasî lider millî davanın sorumluluğunu tek başına omuzlayabilir” diyerek, önümüzdeki dönemde Kıbrıs sorununa çözüm arama çalışmalarında Rum “Ulusal Konseyi’nin” (UK), Rum tarafının pozisyonuna esas teşkil edecek kapsamlı çerçevenin hazırlanması dahil, sorumluluğunun arttırılmasını ve yetkilerinin kesin ve belirleyici olmasını sağlayacak düzenlemelerin süratle yapılacağını açıklamış bulunmasıdır. Rum lider, UK’un millî davada temel konularda alacağı kararların Cumhurbaşkanı için bağlayıcı olacağını da ifade etmiştir. Sadece oybirliği ile alınan kararların değil, halkın % 75’ini temsil eden partilerin pozisyonlarının da bağlayıcı nitelik taşıyacağını sözlerine eklemiştir. UK’un kararlarını yeni bir çözüm arayış sürecinde temel alınacak belgeler meyanında zikretmiştir. Cumhurbaşkanı ile beraber, Başpiskopos’un, ana muhalefet liderinin, Mecliste temsil edilen partilerin liderlerinin, eski Cumhurbaşkanlarının ve Rum Millî Muhafız Ordusu Komutanının üye olduğu UK’dan, iki tarafça kabul edilebilir, Ada’daki gerçeklere uygun adil ve yaşayabilir bir çözüm kararı çıkabilir mi? Samimi olarak çözüm isteyen bir liderin, UK gibi Kıbrıs konusunda aşırı milliyetçi görüş ve tutumları bilinen unsurlardan oluşan kurumun yetkilerinin ve ağırlığının arttırılmasını teşvik ve teklif etmesi beklenir mi?

Çözüm Görüşmeleri Atanacak Görüşmeciler Düzeyinde

Yedincisi, Anastasiadis’in, kendi döneminde yapılabilecek görüşmelerin iki Tarafın Liderleri seviyesinde değil, atanacak müzakereciler düzeyinde yürütülmesi yolundaki düşüncesidir. Çözümün zamanının çoktan gelip geçtiğini idrak eden bir liderin müzakereleri doğrudan kendisinin yürütüp bir an önce sonuca ulaşmaya gayret etmesi gerekmez mi? 1968’den bu yana yapılmakta olan müzakerelerde, Kıbrıs sorununun hâlâ önce teknik alt seviyede araştırılması ve olgunlaştırılması gereken veçhesi kaldı mı?
Anastasiadis Görüşmelerde Türkiye’nin de Sorumluluk Üstlenmesini İstiyor
Sekizincisi, Anastasiadis’in yemin töreni nutkunda, yeni bir çözüm arayış sürecinde “işgal gücünü” Kıbrıs Türk Tarafının ortaya koyacağı pozisyonlardan, tekliflerden mesul hale getirecek yöntemler uygulayacaklarına dair sözleridir. Bu düşünceye yol açan niyet aşikârdır.

Federasyon: Istırap Veren Uzlaşı

Dokuzuncusu, Anastasiadis’in çözüm şekli için “iki kesimli ve iki toplumlu federasyon” hedefinin “ıstırap veren bir uzlaşı” olarak nitelemesidir. Bu sözler Hristofyas’ın “federasyon formülü Makarios’un verdiği acı bir tavizdir” şeklinde Talât ile görüşmelere başlarken söylediği ve iktidarının son gününe kadar da defalarca dile getirmekte beis görmediği sözlerinin tekrarıdır. Anastasiadis’in çözüm şekline olan bakışının Hristofyas’ınkinden farklı olmadığının kanıtıdır.
Anastasiadis İki Kesimliliği Ortadan Kaldıracak Bir Çözüm Şeklinin Peşinde
Onuncu nokta da şudur: Anastasiadis de Hristofyas gibi, 1974’de oluşan iki kesimliliğin ve Türkiye’nin 1960 Antlaşmalarıyla Ada’da sağladığı etkin ve fiilî garanti hak ve yetkilerinin ortadan kalkmasına fazla zaman geçmeden yol açacak bir çözüm peşindedir. Konuşmaları bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Anastasiadis Samimiyetsiz

Onbirinci olgu Anastasiadis’in konuşmasında “yurttaşlarım” diyerek hitap ettiği KKTC halkına karşı sergilediği samimiyetsizliktir; saygısızlıktır. “Kıbrıs sorununun Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarının insan haklarını yeniden sağlayacak biçimde en erken zamanda çözüme kavuşturulması için çalışacağıma sizi temin ederim. Birleşme ve işgal kuvvetlerinden arınmış bir vatan; Avrupalı, barış içinde ve müreffeh bir Kıbrıs yaratma çabamıza ortak olmanız için size çağrıda bulunuyorum” şeklinde konuşma cüretini gösterirken, Kıbrıs Türk halkını ve Türkiye’yi, bu sözlerle tarif edilen çözüm şeklinin ne olduğunu; neyi amaçladığını anlayamayacak kadar Kıbrıs konusunda bilgisiz, idraksiz ve basiretsiz mi zannetmektedir?

Türkiye’nin AB Üyeliği İçin Önşartlar

Onikincisi, aynı samimiyetsizlik ve saygısızlık Kıbrıs’ta “her hükûmet Türkiye’nin Avrupa oryantasyonundan yana olmuştur” sözlerinde de apaçık kendini göstermektedir. Bu cümlenin devamı “ancak, AB’nin tam üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı Türkiye’nin duruşunu değiştirmesi, tehditlere, ihtilâfa ve gerginliğe dayalı modası geçmiş politikaları terk etmesi gerekli önşarttır” şeklindedir. Anastasiadis bu önşartların Türkiye tarafından kabul edilmesi ihtimalinin bulunduğunu mu sanmaktadır?

GKRY’nin Yeni Dış Politikasının Esasları

Onüçüncüsü, Anastasiadis’in “yeni” olarak nitelediği dış politikasının esaslarını açıklarken bunun “millî dava’nın” yürütülmesiyle ilgili olduğunu ve amacın Kıbrıs sorununun çözümünde Kıbrıs’ın çıkarlarının ve doğal servetlerinden yararlanma haklarının korunması amacına matuf olduğunu” vurgulamasıdır. Bu sözler de Rum liderin niyet ve tasavvurlarına ışık tutar mahiyettedir.

KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu Haklı

Yukarıdaki olgular, KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun Anastasiadis’in seçilmesiyle ilgili olarak kendisine yöneltilen bir soruyu “Güney’de hangi lider cumhurbaşkanlığına seçilirse seçilsin müzakere masasına geldiklerinde birbirlerinden pek fazla farkları olmamaktadır. O bakımdan Anastasiadis’in de kendi halkını ve devletini temsil etmek için müzakere masasına otururken, geçmiş Rum liderlerinin masaya taşımağa çalıştığı ağır taviz isteklerinden daha geri kalacağını düşünmüyorum” şeklindeki sözlerle cevaplandırmasında ne kadar haklı ve isabetli olduğunu ortaya koymaktadır. 

Gelişmelerden Ders Alınmalı

2004 yılına kadar Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün gerçek sebeplerini araştırmadan çözümsüzlüğü Kıbrıs Türk tarafına ve Türkiye’ye ve özellikle “millî Kahraman” Rauf R. Denktaş’ın tutumuna bağlama hatasına düşmüş olan iç ve dış çevrelerin, bundan böyle 2004’de ve sonrasında Kıbrıs’ta konusunda yaşananlardan aldıkları dersler ve edindikleri tecrübeyle hareket etmeleri umulur ve beklenir.

Uluslararası Toplumun Kıbrıs Konusundaki Yanlışları

Uluslararası toplum, Kıbrıs Türk halkına karşı etnik temizlik girişiminde bulunarak 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkmış olan Kıbrıslı Rumlardan oluşan bir yönetimi 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı Güvenlik Konseyi kararıyla “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” meşru “hükûmeti” olarak kabul etmiştir. Daha sonra da bu sözde “hükûmetin” tek yanlı başvurusu üzerine “Kıbrıs’ı” AB’ne tam üye yapmıştır. Böylece, Kıbrıslı Rumları, Kıbrıs sorununun müzakereye ve uzlaşıya dayanan bir çözüm şekline kavuşturulmasından kendileri için bir fayda görmez ve çözümsüzlükten rahatsız olmaz duruma getirmiştir. Bu gerçek, soruna çözüm aramayı nafile bir çaba haline getirmiştir. Uluslararası toplum bu gerçeği artık görmeli ve kabullenmelidir. Kıbrıs sorununun yaşayabilir bir çözüme kavuşturulmasına katkı yapabilir duruma gelebilmek için, Kıbrıslı Rumları Ada’daki status quo’yu sürdürme gayretinden vazgeçirecek adımlar atmalıdır. Bu adımların işaretini inandırıcı biçimde vermeğe başlamalıdır. 

UNFICYP’in Çekilmesi Plânlanmalıdır

Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) çekilmesi konusunun gündeme getirilmesi bunlardan biri olmalıdır. Zira, UNFICYP’in varlığı ve taşıdıkları mavi BM flaması, Rumlar için, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” Kıbrıs Türk halkını da temsil eden “Hükümeti” olma iddialarını destekleyen gözle görülür parlak bir sembol mahiyeti taşımaktadır. Bu sebepledir ki, GKRY ve Yunanistan, UNFICYP’in Ada’da görevini sürdürmesini istemekte ve bunu sağlamak için de 1993’ten itibaren azımsanmayacak bir meblağı (yılda 24 milyon dolar) UNFICYP’e aktarmaktadırlar.

Sürekli Çözüm İstemek Çözüm Getirmiyor

Diğer taraftan, KKTC’nin ve Türkiye’nin Kıbrıs sorunu için sürekli çözüm istemesinin ve bu isteği kanıtlamak için tek taraflı adımlar atmasının; bunu, özellikle, Türkiye’nin AB üyelik sürecinde ilerleme sağlayacağı düşüncesiyle yapmasının, çözüm getirmediğini 2002’den bu yana Kıbrıs ile ilgili olarak yaşananlar göstermiştir. 

Kissinger’ın Sözleri

Diplomasi alanındaki dahilerden biri olarak kabul edilen Henry A. Kissinger’in 1994’de dile getirdiği şu düşünce, Kıbrıs sorununa ilişkin müzakere sürecinde ilgili tarafların tutumları bakımından da kuşkusuz geçerlidir. Kissinger şöyle diyor: “Anlaşma için istek göstermek nadiren müzakereyi hızlandırır. Hiçbir tecrübeli devlet adamı sırf muhatabı çözüm için istek ve acelelik gösteriyor diye anlaşmaya meyletmez; aksine karşı tarafın anlaşma için gösterdiği sabırsızlığı daha da iyi şartlarda çözüm elde etmek için kullanmak ister.”

1960 Çözümü Türkiye ile Yunanistan Arasındaki Görüşmelerle Elde Edildi

1952 yılında Türkiye’nin ve Yunanistan’ın beraberce NATO’ya üye kabul edilmeleri ve o devirdeki uluslararası konjonktür, sonunda, bu iki Devlet’in yürüttüğü temas ve görüşmelerle Kıbrıs sorununun 1960 yılında çözüme kavuşturulmasının yolunu açmıştır. Yani çözüm BM dışında elde edilmiştir. Aynı şekilde, Türkiye’nin de AB’ne tam üye kabul edilmesinin Kıbrıs sorununun halledilmesini ziyadesiyle kolaylaştıracağına ve hattâ çözümü kaçınılmaz kılacağına inananlardanım. 
Türkiye AB’ne Katılmadan Çözüm Antlaşması Uygulanmamalı

Diğer taraftan, Kıbrıs’ta çözüm sağlansa bile, Türkiye’nin de AB’ne katılmasına değin Antlaşmanın uygulanmasının ertelenmesinin ulusal çıkarlarımız açısından gerekli olduğu görüşündeyim.
 


© 2009-2024 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.