Emekli büyükelçi, AVİM Başkanı
Diplomatik Gözlem, Nisan 2017, Sayı: 63
Türkiye’nin ortaya koyduğu tarihi gerçekler ve çözüm önerileri uluslararası alanda giderek daha fazla kabul görmekte ve hukuk alanında somut sonuçlar vermektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa kıtasına inen Demir Perde, Türkiye’yi kuzeybatıda Kafkaslar ve Orta Asya’dan ayırmış ve böylece Türkiye’nin Sovyetler Birliği’yle ilişkilerinde tek muhatabı Moskova olmuştur. Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ve on beş cumhuriyetin bağımsızlık ilan etmesi üzerine, Türkiye, Güney Kafkaslarda bağımsızlığını kazanan üç cumhuriyeti, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı, ayırım gözetmeksizin ivedilikle tanımış, Azerbaycan ve Gürcistan ile hızla diplomatik ilişkiler tesis etmiştir. Öte yandan Türkiye, Ermenistan’ın bağımsızlığını tanımakla beraber, diplomatik ilişki kurmadan önce, tarihten gelen Türkiye ve Türk karşıtı iddiaların açıklığa kavuşmasını beklemiştir.
Ne yazık ki, bu bekleyiş günümüze kadar devam etmektedir.
Tarihsel açıdan bakıldığında, Anadolu’ya yerleşirken Türklerin Ermenilerle karşı karşıya gelmedikleri, bir Ermeni devletiyle karşılaşmadıkları, bununla birlikte, Ermenilerin tebaası olduğu devletleri yenerek bölgeye egemen oldukları söylenebilir. Daha sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok etnikli, çok dinli ve çok kültürlü yapısı ve millet sistemi altında, Ermeni milleti (millet-i Ermeniyan) beş asırdan fazla bir süre barış içinde varlığını sürdürmüştür. Ermeniler ile Türkler ve Müslümanlar arasındaki çatışma, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflama ve dağılma süreci sırasında, başta Çarlık Rusya’sı olmak üzere, müttefik güçlerin Ermenileri kendi taraflarına çekerek ayaklanmaya sevk etmesiyle başlamıştır.
Yaklaşık 16 milyon insanın hayatına mal olan Birinci Dünya savaşı sırasında çıkarlarının düşmanla birlik olmaktan geçtiğine inanan Osmanlı Ermenileri de büyük acılar çekmiş, bir kısmı Kafkaslara göç ederken bir diğer kısmı ise İmparatorluğun güney vilayetlerine, cephe ve muhabere hatları boyunca yerleştirilmiş ve bu süreçte karşılıklı kayıplar ve trajediler yaşanmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra kuruluş sürecindeki Türkiye Cumhuriyeti, 1918-1920 yılları arasında var olan tarihteki ilk bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti’yle Gümrü ve Kars anlaşmalarını imzalamış ve böylece tarihi bir mutabakat ve uzlaşmanın temelini atmıştır. Ermenistan bağımsızlığını yitirip bir Sovyet Cumhuriyeti olduğunda aynı anlayış ve ilkeler 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması ile teyit edilmiştir.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin, ikili boyutun yanı sıra, göz ardı edilemeyecek bölgesel ve hatta bölge ötesi veçheleri de bulunmaktadır. Ermenistan’ın bulunduğu bölge günümüzde Güney Kafkasya olarak tanımlanmaktadır. Bu bölge, her biri Türkiye ile sınırı bulunan üç ülkeye, yani Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’a ev sahipliği yapmaktadır. Bölge için ideal olan kuşkusuz bölgesel istikrar, işbirliği ve iyi komşuluk ilişkileridir. Nitekim böyle bir durumda Türkiye doğal olarak bu bölgesel işbirliğinin bir tarafı olacaktır. Bununla birlikte Ermenistan, katliamlar ve yerel halkı sürmek suretiyle Azerbaycan’ın topraklarını işgal etmiştir. Ayrıca, Türkiye’yi tek taraflı ve tarihi gerçeklerle bağdaşmayan iddialarla karşısına alarak, Türkiye’nin yapıcı girişimlerde bulunmasının önünü kesmiştir.
Ermenistan’ın bu saldırgan ve uzlaşmaz tutumu sürdürebilmesi için güçlü desteğe ihtiyacı vardır. Burada da bölge dışı güçler ve siyasi dengeler devreye girmektedir. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra meydana gelen hasarı kontrol altına alma çabasındaki Rusya Federasyonu, Ermenistan’da Güney Kafkaslar ve komşu bölgelerde nüfuz sahibi olmasına olanak sağlayan güçlü bir zemin bulmuştur. Ermenistan bu desteğin vazgeçilmezliğinin bilinci içerisindedir. Rusya da bu kazanımın bedelini ödemeye razı görünmektedir.
Diğer taraftan, Batılı ülkelerin de Ermenistan’ın Rusya’ya bu denli bağımlı olmasından rahatsızlık duydukları ve Ermenistan’a özel bazı açılımlar y
apmak suretiyle bu bağımlılığı dengelemek, hatta Ermenistan’ı kendi saflarına çekebilmek gayreti içerisinde oldukları gözlenmektedir. Ermenistan’ın bu duyarlılığı istismar eden pragmatik bir politika izlediğini söylemek mümkündür. Nitekim Avrupa Birliği ile bir ortaklık anlaşması imzalanmasında son aşamaya gelinmişken, Rusya ve Ermenistan devlet başkanları Moskova’da bir araya gelmiş, sonrasında Ermenistan AB’den vazgeçerek Avrasya Birliği’ni tercih etmiştir. Bununla birlikte Batı pes etmemiş, Avrasya Birliği tercihine rağmen Ermenistan’ı AB’ye gevşek de olsa bağlayacak bir ortaklık modeli geliştirilmesi girişimlerine başlamıştır.
Benzeri bir yaklaşım NATO tarafında da gözlenmektedir. Bu çerçevede, NATO’nun Ermenistan’la, Rusya’nın öncülüğünde Varşova Paktı’nın yerini almak üzere kurulan Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ne (CSTO) üyeliğine rağmen yürüttüğü iyimser ilişkiler dikkat çekmektedir.
Konunun Türkiye’yi yakından ilgilendiren yönü ise, gerek Rusya’nın, gerek Batının, Ermenistan’ı karşılarına almamak, hatta yanlarına çekebilmek için oynadıkları bu ikili oyunda, Ermeni iddialarına karşı çıkmamaları ve dolaylı olarak hoşgörü göstermeleridir. Din unsuru ve son dönemde daha da vurgulanmaya başlanan din birliği de Ermenistan’ın bu konuda hiç şüphesiz elini güçlendirmektedir.
Ermenistan ve Ermeni diasporasındaki, 2015 yılının Türkiye ve Türk karşıtı iddiaların genel kabul görmesi bakımından bir dönüm noktası olacağı yönündeki beklenti, konuyu takip edenleri de şaşırtmayan bir şekilde, hüsranla sonuçlanmıştır. Bu durumun Ermenistan’a ve Ermeni diasporasına bir ders teşkil edip etmediğini zaman gösterecektir. Öte yandan, Türkiye’nin ortaya koyduğu tarihi gerçekler ve çözüm önerileri uluslararası alanda giderek daha fazla kabul görmekte ve hukuk alanında somut sonuçlar vermektedir. Ermenistan’ın bir başka Nisan ayı daha geçtikten sonra Türkiye’ye yönelik politikasında köklü bir değişikliğe gitmese bile mevcut konjonktür sebebiyle daha ılımlı bir politika izlemesi umudu hala vardır. Nitekim Ermenistan’ın ilk devlet başkanı döneminde bunun nasıl olabileceğine dair ipuçları vardır. Bu itibarla, Ermenistan’da yeni bir sistemin başlangıcı olacak 2 Nisan genel seçimlerinden sonra yaşanacak gelişmeler yakından takip edilmelidir.
Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerine ikili zeminde olduğu kadar bölgesel istikrar ve işbirliği açısından da yaklaştığı görülmektedir. Bu çerçevede Türkiye, Ermenistan’ın Gürcistan ve özellikle Azerbaycan ile ilişkilerinin bölgesel istikrar ve işbirliğine katkısını ön plana çıkarma ihtiyacı hissetmektedir. Öte yandan Ermenistan, tek yanlı tarihsel iddia ve taleplerine destek bulma ve iki taraf arasında bir uzlaşmaya Ermenistan’ı destekleyen üçüncü tarafların baskısı altında gidilmesi politikası izlemektedir.
© 2009-2024 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır
Henüz Yorum Yapılmamış.
-
ERMENİSTAN TÜRKİYE İLE UZLAŞMAK İSTEMEKTE MİDİR? - DİPLOMATİK GÖZLEM - NİSAN 2019
Alev KILIÇ 04.04.2019 -
DOES ARMENIA DESIRE RECONCILIATION WITH TURKEY? - DIPLOMATIC OBSERVER - APRIL 2019
Alev KILIÇ 04.04.2019 -
TURKEY-ARMENIA RELATIONS
Alev KILIÇ 11.04.2017 -
TÜRKİYE-ERMENİSTAN İLİŞKİLERİ - DİPLOMATİK GÖZLEM - KASIM 2020
Alev KILIÇ 05.11.2020 -
TÜRKİYE-ERMENİSTAN İLİŞKİLERİ
Alev KILIÇ 11.04.2017
-
WESTERN SUPPORT TO TERRORISM TARGETING TURKEY- 29.06.2022
Deniz ÜNVER 29.06.2022 -
‘HISTORY’ THROUGH THE LENS OF A PR MAN - 23.07.2023
Jeremy SALT 24.07.2023 -
DIFFERENCES IN THE PERCEPTION OF AZERBAIJANI AND ARMENIAN INDEPENDENCE
Farhad MAMMADOV 20.11.2013 -
PASHINYAN HEIGHTENS TENSIONS BETWEEN BAKU & YEREVAN OVER “UNITY” SPEECH – CASPIAN NEWS – 07.08.2019
Mushvig MEHDIYEV 08.08.2019 -
RUSSIAN-TURKISH BREAK WOULD BE ILLOGICAL AND EXTREMELY COUNTERPRODUCTIVE
Mehmet Oğuzhan TULUN 30.12.2016