BALKANLAR 2016: BELİRSİZLİK İÇİNDE BÜTÜNLEŞME ARAYIŞLARI
Analiz No : 2017 / 2
09.01.2017
8 dk okuma

Coğrafi, siyasi ve ekonomik açıdan olduğu kadar tarihi, kültürel ve insani bağlar bakımından da Türkiye için öncelik taşıyan Balkanlarda 2016 yılında ortaya çıkan gelişmeler, sadece bölge ile olan ilişkiler açısından değil, AB’nin bölge ile bütünleşme çabaları, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik hedefi ve genel Avrupa güvenliği açısından da önem taşımaktadır.  Bu bağlamda, Avrupa Kıta’sının güney doğusunda yer alan bu bölgenin, Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası olduğunu ve Avrupa’dan soyutlanamayacağını hatırda tutmak gerekmektedir. Türkiye, sadece coğrafi olarak değil, tarihi açıdan, gelenek ve görenekler ve sosyolojik yapısı itibariyle bir Balkan ülkesidir. Türkiye’nin Avrupalılığı, Balkanlardan geçerek Avrupa’nın diğer bölgelerine, özellikle Batısına ve Kuzey’ine ulaşmaktadır.

Avrupa Birliği, ABD ve Rusya Federasyonu açısından da önem taşıyan bu bölgede 2016 yılında ortaya çıkan gelişmelerin merkezinde, siyasi istikrar sağlanmasında ortaya çıkan güçlüklerin, bölge ülkelerinin bir bölümünün AB ile bütünleşmesi için AB’nin ve özellikle AB üyesi Almanya’nın gösterdiği çabanın, göçmen krizinin olduğunu söylemek mümkündür. Balkan ülkeleri denildiğinde, tarihi olarak en doğusunda Türkiye’nin yansıra Bulgaristan ve Romanya’nın, güneyinde Yunanistan’ın yer aldığı, merkezini ise eski Yugoslavya Cumhuriyeti’nin ardıl ülkelerinin bir bölümünün (Sırbistan, Bosna-Hersek, Makedonya, Karadağ, Kosova) ve Arnavutluk’un oluşturduğu bölge akla gelmektedir. Bölgenin coğrafi tanımlanması bu şekilde iken, son yıllarda AB’nin genişlemesi bağlamında özellikle Almanya’nın ve Avusturya’nın öncülüğünde “Batı Balkanlar” terminolojisinin geliştirildiği görülmektedir. Balkanların coğrafi ve tarihi bütünlüğünde ciddi bir bölünme yaratan bu terminolojiden hareketle oluşturulan politikayı, Almanya’nın öncülüğünü yaptığı AB yetkililerinin konuşmalarında, AB belgelerinde görmek mümkündür. Örneğin Almanya Devlet Bakanı Michel Roth, Aspen Enstitüsü’nde geçtiğimiz Ekim ayında yaptığı konuşmada, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye katılmalarından sonra, “Batı Balkan ülkeleri” AB’ye katılmadan Avrupa’nın tekrar bir araya gelmiş sayılamayacağını belirtmiştir. Nitekim 4 Temmuz 2016’da Paris’te yapılan “Batı Balkan Zirvesi”ne Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan, Makedonya, Kosova Devlet Başkanları ve Dışişleri Bakanları katılmışlardır. 2014 Berlin ve 2015 Viyana Zirvelerinden sonra yapılan üçüncü Zirve’nin Nihai Bildirisi’nde, “Batı Balkan” ülkelerinin geleceklerinin AB ile bütünleşmekte yattığı vurgulanmıştır.

Almanya’nın, Avusturya ile birlikte öncülüğünü yaptığı, Balkanları tarihi geçmişinden koparan, bölgede bölünme ve ayrımcılık yaratan bu yaklaşımın arka planında, esas olarak, bölgede tarihi olarak rolü ve etkinliği bulunan ülkeleri dışlamak, bu ülkelerle rekabete girmek amacının bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu amaç, giderek daha belirgin hale gelmektedir. 2016 yılında AB açısından Balkanlar’daki en büyük ve neredeyse yaşamsal bir sorun olarak ortaya çıkan, Orta Doğu’daki sorunlardan kaynaklanan düzensiz göç krizi sırasında da “Batı Balkanlar” AB’deki tartışmaların odağında yer almıştır. FRONTEX (European Agency for the Management of Operational Cooperation at the External Borders of the Member States of the EU) tarafından hazırlanan “2016 Batı Balkanlar Yıllık Risk ve Analizler” başlıklı raporda bu husus ayrıntılı biçimde ele alınmaktadır.

AB’nin Balkanların tarihi ve coğrafi bütünlüğünü parçalayarak oluşturmak için büyük çaba sarf ettiği, bölgenin AB ile tedrici “kısmi bütünleşmesini” öngören yaklaşımın, hesaba katmak durumunda olduğu etmenler bulunmaktadır. Bunlardan biri, bölgenin üç tarihi imparatorluğunun (Osmanlı, Rus ve Avusturya-Macaristan) kavşak noktasında yer alması nedeniyle, bölge ülkelerinin hemen hepsinin bölge ile yakın tarihi, ekonomik bağları bulunan Rusya ve ABD gibi küresel güçlerle ve Türkiye gibi bölge ile tarihi, kültürel ve insani bağları olan bir bölgesel güç ile olan çok yakın ilişkileridir.

AB’nin ekonomik ve siyasi gücünü kullanarak bölgede oynamaya çalıştığı belirleyici role karşılık RF, bölge ile olan etnik ve dini bağlarını, özellikle enerji kaynakları ile bağlantılı ekonomik ve BM Güvenlik Konseyi Daimî Üyeliğinin avantajı ile siyasi gücünü etkin biçimde kullanmaktadır. Eski Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde yaşananlar, Kosova’nın bağımsızlığının gerçekleşmesi Rusya’yı Balkanlar’da etkin olmak için daha fazla çaba göstermeye sevk eden hususlar arasında sayılabilir. Rusya’nın Balkanlardaki Slav/Ortodoks ülkelerle ve topluluklarla olan özel tarihi bağları Rusya’yı Balkanlarda çok özel bir konuma oturtmaktadır. Rusya’nın bu özel konumunu Sırbistan, Bosna-Hersek, Karadağ örneklerinde açık biçimde görmek mümkündür. Almanya’nın ve Avusturya’nın Balkanlar’daki bazı ülkelere ve topluluklara yaptıkları hamiliğin benzerini, Slav/Ortodoks ülkeler ve topluluklar açısından Rusya yapmaktadır.

Bölge ile 600 yılı aşan çok yakın ilişkisi olan Türkiye ise, bölgedeki Müslüman nüfus tarafından en sorunlu dönemlerde “sığınılacak ikinci vatan” olarak görülmek özelliğine sahiptir. Türkiye’nin özellikle Bosna-Hersek’te ve Kosova’da oynadığı rol, Balkanlardaki esasen çok güçlü olan varlığını daha etkin hale getirmiştir. Bunun en görünür örneklerinden birisi, Türkiye’nin Bosna-Hersek Barışı Uygulama Konseyi Yönlendirme Kurulu’nda BM Güvenlik Konseyi Daimî Üyeleri (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya) ve AB ile birlikte yer almasıdır. Türkiye’nin Balkanlardaki Müslümanların koruyucusu olduğu uluslararası ortamda kabul gören bir görüştür. Türkiye’nin NATO üyeliği de bölgedeki etkinliği açısından büyük önemi haiz bir husustur.

Eski Yugoslavya Cumhuriyeti’nin dağılması ile Balkanlar’daki tüm dengeler sarsılmış ve bu dağılma süreci sonunda ortaya çıkan istikrarsızlığın barış açısından ne ölçüde tehlikeli sonuçlar doğurduğu, büyük acılar yaşanarak öğrenilmiştir. Bölgede istikrarın sağlanmasının temel unsurunun “kapsayıcılık” olması gerekir. Güvenliğin her ülke için geçerli olması ve bölge ülkeleri arasında ayrıma gidilmemesi esas olmalıdır. Avrupa kurumları ile bütünleşme imkânı, yapay engeller yaratılmadan tüm bölge ülkelerine tanınmalıdır. Bölge ülkeleri ile özel ilişkileri bulunan bölge içi ve bölge dışı ülkelerin AB tarafından dışlanması ve bu ülkelerle ile rekabete girilmesi yerine, istikrarın hep birlikte tesisine çalışılmalıdır. Yakın tarihte yaşananlar, bencil etkinlik rekabetinin, barışı ve istikrarı getirmek yerine, yıkıma ve acıya neden olduğunu göstermiştir. Balkanlarda istikrarın sağlanmasında çok özel bir role sahip olan AB’nin Balkanlar’da istikrarın sağlanması için rekabet yerine iş birliğine yönelmesi, husumet yaratmak yerine birleştiriciliği ön plana çıkarması, Avrupa’nın diğer bölgelerini daha güvenli hale getirecektir.  Birleşik Krallığın AB’den ayrılma kararı aldığı, AB’nin belli başlı ülkelerinde ırkçılığın, hoşgörüsüzlüğün, yabancı düşmanlığının her geçen gün daha fazla güçlendiği 2016 yılının bu son ayında AB’nin bunu ne ölçüde başarabileceği sorusunu cevaplamak oldukça zor görünmektedir.

*Bu Yorum yazısının aslı İngilizce olarak kaleme alınmıştır.


© 2009-2024 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.

Kaynaklar:

Analiz
Yorum
Blog
Rapor
Bülten