AVRUPA’DA BİR İNSAN GRUBU BİR KEZ DAHA TOPRAKLARDAN ATILIYOR: FRANSA’NIN ROMANLARLA SORUNU
Analiz No : 2010 / 2
Yazar : Deniz ALTINBAŞ
28.09.2010
21 dk okuma

Geçtiğimiz aylarda Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, ülkede bulunan 300 yasadışı Roman kampının, “suç ve fuhuş kaynağı” olmasını neden göstererek dağıtılması kararını aldı. Temmuz ayından bu yana hemen hemen hergün bir kamp boşaltılarak içinde yaşayanlar sınır dışı ediliyor. Fransa’nın entegrasyon politikaları uygulamak yerine kolay yolu seçmesi ve Romanları ülkesinden çıkarması, kimi zaman II. Dünya Savaşı sırasında Yahudilere uygulanan tehcir kararına benzetiliyor.

2,5 aydır 50’den fazla kamp kapatıldı, sadece iki gün içinde 200’den fazla Roman sınır dışı edildi. Geçen sene 10.000 Roman’ı sınırdışı ettiği ileri sürülen Fransa, 2010 yılının başından beri 8000’den fazla Roman’ı topraklarından çıkardı. Fransa’da halen 400.000 Roman olduğu tahmin ediliyor. Romanya ve Bulgaristan, iki milyon ve 800.000 ile en yüksek Roman nüfusuna sahip iki AB ülkesi. AB ülkelerinde 10 milyondan fazla Roman yaşadığı öne sürülüyor.

Bu arada bazı Fransız gazetelerinde, “Sarkozy”nin tipik bir Roman ismi olduğu ileri sürülerek ve Sarkozy’nin Macar kökeninden yola çıkarak Roman olabileceği iddiaları ortaya atıldı. Bunun hiç de düşük bir ihtimal olmadığını belirtmek gerekir. Bir başka iddia ise özellikle ilk grupta sınır dışı edilenlerin Roman değil Bulgaristan Türkü olduğu yönünde. Her iki iddianın doğru ya da yanlış olması, Fransa’nın etnik kökene dayanarak o grubu sınır dışı etme kararını etkilemiyor.

Olayların başlangıcı Temmuz ayında 22 yaşında bir Roman’ın polisten kaçarken vurulması sonucu Romanların karakol önünde toplanması ve çevreye hasar verici hafif bir protesto gösterisi gerçekleştirmesi oldu. Düzensizlik yaratan, birkaç araba ile ağaca zarar veren az sayıdaki Roman nüfus, diğer etnik Romanların da ülkeden atılması ile cezalandırıldı. Bu ufak çaplı gösteriden çok daha büyük, silahlı, bombalı, molotoflu, havai fişekli gösterilerin yaşandığı Avrupa dışı ülkelerde, gösterileri düzenleyenlerin etnik kökenine dayanarak o etnik grubun ülkedeki diğer mensuplarının da ülke dışına gönderildiğini düşünmek bile neredeyse imkansız. Böyle bir durumda Avrupa’nın vereceği tepkiyi ve kullanacağı sıfatları tahmin etmek ise hiç de zor değil.

Fransız Cumhurbaşkanı’nın Romanların sınır dışı edilmesi ile ilgili hızlı bir karar alıp, dünyanın her yerinden kendisine yöneltilen eleştirileri dikkate almadan kararını uygulamaya devam etmesi, özellikle AB’nin diğer üyeleri tarafından şaşkınlıkla izleniyor. 2012 yılında Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Sarkozy’nin popülaritesi önemli ölçüde düşüş gösteriyor. Sarkozy, cumhurbaşkanlığından önce de, güvenlik, suçla mücadele, göçmenler gibi konulardaki sert politikaları ile bilinen bir politikacı idi. Bu popülarite kaybı döneminde bir kez daha, Fransızların son yıllarda en hassas olduğu konulardan biri olan güvenlik meselesini ön plana çıkardığı görülüyor.

Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı yarışındaki başarısının altında yatan başlıca neden, onun aşırı sağ söylemleri benimsemiş olmasıdır. Aşırı sağın liderinin elinde hiçbir konu bırakmayacak şekilde, programlarının en can alıcı bölümlerini seçim kampanyasında kullanmıştır. Radikal sağın konuları ile oy topladığını bildiğinden, düşen popülarite için yeni bir konu olarak Romanları bulduğu söylenebilir.

Sarkozy, sadece yasa dışı göçmenleri, yasa dışı kampları hedef almamıştır. Sarkozy, “Roman kampları” için suç ve fuhuş yuvası diyerek bu konuları doğrudan Romanlarla birleştirmiştir. Bazı kişilerin bu suçlara karışmasından bahsetmemiş, ya da bazı bölgelerdeki kampların sorunlarını belirtmemiş ama Romanların kamplarını sorun olarak görmüştür. Romanlarla bu suçlar arasında doğrudan bağ kurması, özellikle 11 Eylül sonrasında Batı’nın Müslümanlarla teröristler arasında bağ kurmasına benziyor. Her ne kadar bu yaklaşım tarzı, Sarkozy’ye yönelik ırkçılık suçlamalarını arttırsa da, asıl önemli olan popülaritesini arttırması. Bir kez daha başarılı olan Sarkozy’nin destek puanını yükselttiği ortaya kondu. Fransızların % 79’unun Romanlarla ilgili uygulamaya destek verdiği ileri sürüldü.

Fransız hükümetinin Romanlara yönelik uygulamalarını destekleyenlerin olduğunu da belirtmek gerek. Başta Avrupa’nın aşırı sağ parti ve grupları olmak üzere, Berlusconi İtalyası da Fransa’nın arkasında. Geçtiğimiz yaz, Norveç polisi bir “Roman yakalama operasyonu” başlatmıştı. Almanya ile Kosova arasında yapılan anlaşma çerçevesinde Almanya’nın gönderdiği 14.000 mültecinin 10.000’inin Roman olduğu biliniyor. Bu Romanlar AB vatandaşı olmadıklarından serbest dolaşım hakları da bulunmuyor. Bu nedenle çok daha sert uygulamalarla karşılaşabiliyorlar.

Berlusconi hükümeti, 2008 yılında Romanların, çocuklar da dahil olmak üzere, parmak izlerinin alınmasını önermiş, ancak gelen tepkiler üzerine vazgeçmek zorunda kalmıştı. İtalya, yaklaşan göçmen gemilerine artık yardım bile etmiyor. Bu tedbirleri eleştiren sol muhalefet ise “yabancı işgaline izin vermekle” suçlanıyor. İtalya, gelir düzeyi ve barınma gibi asgari koşulları yerine getirmeyen yasa dışı göçmenleri sınır dışı etme kararı aldı. Kamplardaki Romanlara üç ay içinde kendilerini idare edecek kadar para kazanmaya başlayamamaları durumunda gönderilecekleri söyleniyor. Bu durumda İtalya’dan da bir “Roman çıkarması” bekleyebiliriz. Romanların çoğunun İtalyan vatandaşı olması nedeniyle, Fransa kadar yüksek sayıda bir sınır dışı etme gerçekleşmeyecektir. Ancak bazı Bulgaristan ve Romanya vatandaşı Romanların sınır dışı edilmesini bekleyebiliriz. İtalya’yı bu konuda durdurabilecek tek engel, AB’nin Fransa’ya ağır bir ceza kesmesi olacaktır.

Yapılan uygulamalar; öncelikle insan hakları grupları, ayrımcılıkla ve ırkçılıkla mücadele eden gruplar ve medyanın önemli bölümü tarafından eleştiriliyor. “Anayasal suçlu” ilan edilen Sarkozy için Sosyalist Parti, “ırkçı” terimini kullandı, uygulamaların “Fransa için utanç verici” olduğu açıklaması yapıldı. Katolik ve Protestan kiliseleri ile baş haham, Roman politikasını “kabul edilemez” bulurken, Fransız bir piskopos Fransız devletinin kendisine verdiği üstün hizmet madalyasını iade etti.

Sarkozy’ye yönelik tepkiler arasında en fazla dikkate alınması gereken, Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner’in çıkışıdır. Sarkozy’nin Roman politikası nedeniyle önce istifa etmeyi düşündüğünü, ancak sonradan, bulunduğu pozisyonu kullanarak eleştiri yapmayı tercih ettiğini açıkladı. Aslen sosyalist kökenli olan, Sınır Tanımayan Doktorlar’ın kurucularından Kouchner, insan hakları konusundaki hassasiyeti ile biliniyor. BM’nin Kosova’daki temsilciliği sırasında Romanların ve diğer azınlıkların hakları konusunu gündeme taşımış ve onların korunması için çalışmıştı. Sarkozy’nin daveti üzerine hükümette yer almayı kabul eden Kouchner, Türkiye’nin AB üyeliği gibi bazı konularda aksi yöndeki düşüncelerini Sarkozy’ye uydurabilmişti. Şimdi aynı uyum başarısını, bir zamanlar hakları için mücadele ettiği Romanların ülkeden atılması için de göstermesi bekleniyor.

Sarkozy’ye Fransa dışından gelen tepkiler çok daha ağır. BM, Fransız hükümetine “yabancı düşmanı” şeklinde bir suçlama yöneltirken, Papa yuvarlak ifadelerle de olsa kardeşlik ve hoşgörü çağrısında bulundu. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu, Romanlara yönelik uygulamanın Fransa’daki ırkçılığı daha fazla şiddetlendirme etkisi yaratma tehlikesine dikkat çekti. Avrupa Parlamentosu, Sarkozy’yi “etnik bir grubun hedef alınarak sınır dışı edilmesi”nin kabul edilemez olduğu gerekçesiyle eleştirdi. Diğer yandan, Avrupa Komisyonu’nu da Sarkozy’ye tepkide geç kalması ve bir türlü yaptırım kararını çıkarmaması nedeniyle suçladı.

İlk günlerde Avrupa Komisyonu’nun “gelişmelerin endişe ile izlendiği” şeklindeki açıklamaları, zamanla sertleşti. Bugün Komisyon, Fransa’ya soruşturma açmaya hazırlanıyor. Fransa; AB’nin serbest dolaşım ilkesine aykırı hareket etmek ve serbest dolaşım yasasını ulusal yasasına uyarlarken açıklar yaratmakla suçlanacak. Sonuçta, Fransa’nın ulusal yasalarını yeniden düzenlenmesi istenecek ve para cezası söz konusu olabilecek.

Roman konusu, AB içindeki ülkeleri ve politikacıları da karşı karşıya getirdi.

Adaletten sorumlu komiser, Lüksemburglu Viviane Reding, Fransa’yı en fazla suçlayan ve yaptırımı savunan isimlerden biri oldu. Fransa’daki uygulamaların kendisine II. Dünya Savaşı’nı hatırlattığını söylemesi üzerine Sarkozy tarafından “hakaret etmekle” suçlandı ve Fransız politikacılarından da sert karşılıklar aldı. Fransız bir senatör, Lüksemburg için “olmasa daha iyi olacak” bir ülke nitelendirmesi yaptı. AB’nin en küçük ülkesi Lüksemburg’dan, bir de en önemsiz kurumu olan Komisyon’dan Fransa’ya suçlamalar yöneltilmesi, Fransa için kabul edilmesi imkansız bir hareket oldu.

Sarkozy, kendisine yöneltilen suçlamalar karşısında, Almanya’nın da Romanlarla ilgili planları olduğunu, Roman kamplarını boşaltacaklarını söylemişti. Merkel ise bunu yalanlayarak “kitlesel deportasyonlar” yerine “kademeli geri dönüşler” gibi planlar üzerinde çalıştıkları açıklamasını yapmıştı.

Romanyalı bakanların da katıldığı Roman konulu bir AB toplantısında, bakanlar, retoriğin normalin ötesine geçmiş olduğunu ve artık gelişmelerin ırkçılık ve yabancı düşmanlığına doğru gittiğini hayretle fark ettiklerini söylediler. Bu sırada Fransa, Romanya ile de uğraşmaya başladı. Roman nüfusun her şeyden önce ekonomik ve sosyal bir entegrasyon sürecinden geçmesi gerektiğini söylerken, bunun da kendi ülkelerinde – yani Romanya ve Bulgaristan’da – olması gerektiğini ileri sürüyor. Diğer taraftan Fransız Başbakanı, Komisyon Başkanı Barroso’ya mektup yazarak AB’nin Romanya’ya yaptığı malî yardımların Roman nüfusun entegrasyonuna yönelik olarak kullanılması amacıyla Romanya’ya müdahale edilmesi isteğini dile getirdi. Fransa’nın Romanya’ya yönelik en önemli kozu Schengen üyeliğinin vetosu. Fransa yönetimi, Romanya’nın kendi vatandaşları Romanlara sahip çıkmaması durumunda Schengen üyeliğini veto edeceği tehdidinde bulundu. Bunun, tipik bir Fransız politikası, tipik bir Fransız davranış biçimi olduğunu artık başta AB’nin diğer üyeleri olmak üzere bütün dünya biliyor.

Romanya, bir yandan Schengen sürecinin sıkıntıya girmesini istemiyor. Diğer taraftan ise kendi vatandaşları olan Romanların Fransa’dan sınır dışı edilmesi sürecini durdurmak istiyor. Çünkü Romanya vatandaşı olanlar AB vatandaşı olduğundan, aslında AB sınırları içinde serbest dolaşım hakkına sahipler.

Fransa’nın Romanya’yı, neredeyse tamamen haksız bir şekilde ezmesi ve tehdit etmesi her ne kadar anlaşılamaz görünse de ikili ilişkilerin çok yakın geçmişine bakmak yeterli. Romanya, AB standartlarını yerine getiremediğinden, teknik olarak AB’ye üye olamayacak poziyonda idi. Fakat Romanya’nın arkasında duran güç Fransa oldu. Fransa, Romanya’nın AB’ye üye olacağını – her ne olursa olsun – söyleyerek, Komisyon’u devre dışı bırakmış ve bu üyeliği gerçekleştirmişti. Romanya, - tıpkı Yunanistan gibi – kendi hakkıyla değil, Fransa’nın torpili ile AB üyesi oldu. Bu durumda Fransa da, zaten yapısı gereği sahip olduğu, üstünlük taslama tutumunu bu ülkeler üzerinde çok daha fazla kullanabilme hakkına sahip hissediyor olmalı.

Fransa’ya yönelik AB içinden yapılan eleştiriler Fransa’nın yasaları çiğnediği yönünde iken, Fransa AB hukukunun dışına çıkılmadığı konusunda ısrarlı. AB hukukunun ihlal edildiğini ileri sürenler etnik temelli bir ayırımın söz konusu olduğunu belirtiyorlar. Fransız hükümeti, bu insanların, Roman oldukları için değil suçla mücadele çerçevesinde sınır dışı edildiklerini söylüyor. Ama insanların mahkeme kararı olmadan suçlu sayılamayacaklarını, hatta mahkemeye bile çıkartılmadıklarını biliyoruz. Üstelik mahkeme kararı olmadan bir kişinin suçlu sayılamayacağı Fransız İhtilali’nde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile tüm dünyaya yine Fransa’nın kendisi tarafından duyurulmuştu.

Fransız hükümeti, sınır dışı etmenin yasal bir uygulama olduğunu ileri sürüyor. Yasal olmakla birlikte bazı koşullar olması gerekiyor. Öncelikle sınır dışı etme bireysel olmak zorunda. Kolektif sınır dışı ciddi bir sorun. Diğer taraftan sınır dışı edileceklere önceden yazılı bildirim yapılması ve en az bir aylık süre verilmesi gerekiyor. Bu uygulamaların insanlığa karşı suç sayılma olasılığı bile var. Çünkü sınır dışı bireysel olarak ya da olay bazında değil, etnik profil bazında ve kitlesel çerçevede gerçekleştiriliyor.

Bu uygulamada suç teşkil eden konunun temelinde, Fransız vatandaşı olmayan, diğer AB üyesi ülkelerin vatandaşlarının sadece Roman oldukları için sınır dışı edilmesi bulunuyor. Romanlar arasında bazı “insanlar” (bazı “Romanlar” değil, bazı “insanlar”) suç işlemiş, yasa dışı olaylara karışmış olabilirler. Bazı “insanların” oturma izinlerinin bulunmaması, vize sürelerinin dolması gibi yasal olarak sınır dışı edilmelerini gerektiren durumlar olabilir. Ama o zaman, bu “insanlar” sınır dışı edilir. Romanların toplu olarak sınır dışı edilmesi söz konusu olamaz.

Avrupa Birliği Komisyonu’ndaki çoğunluk Fransa’ya soruşturma açılmasından yana. Soruşturmanın başlangıç noktasını “sınır dışı kararının AB Sözleşmesi’nde yer alan üye ülke halklarının serbest dolaşım ilkesini ihlal etmesi” oluşturacak.

Fransa, eleştiriler ve suçlamalar karşısında zaman zaman savunmaya geçse de, genel tarzı üste çıkma, azarlama ve “var olmamasını diledikleri ülke” olan Lüksemburglu Komiser’e çıkıştıkları gibi had bildirme şeklinde oluyor. Göçmenlerden sorumlu Fransız bakan Eric Besson, “gereksiz skandalvari suçlamalar” yapıldığını söylerken, uygulamaların anayasaya da Avrupa hukukuna da aykırı olmadığı açıklamasını yapıyor. Fransız yönetimi; Romanların kendi ülkelerine gönderildiklerini, “Roman Planı” diye bir politikanın bulunmadığını belirtirken, AB vatandaşı olan ve Roman olmayan başka suçluların daha önce de sınır dışı edildiğini ve Roman çocukların suç örgütleri tarafından kullanılmasının kabul edilemez olduğunu söyleyerek dikkati başka yönlere çekmeye çalışıyor.

Fransız hükümetine göre, Romanlar kendi rızalarıyla ülkelerine dönüyorlar. Üstelik geri dönüşler için yetişkinlere 300, çocuklara 100 avro ödeme yapılıyor. Irkçılıkla Mücadele Komisyonu, Romanlar arasında haklarını bilmeyenlerin ve bu nedenle uygulamalara rıza gösterenlerin bulunduğunu, ayrıca ülkeyi terk etme konusunda Fransızların söylediği gibi rıza göstermemiş olanların da bulunduğunu ileri sürüyor. Sınır dışı edilen Romanlar, ifadelerinde polisin kendilerine “ya şimdi kendi isteğinle gidersin ya da daha sonra biz zor kullanarak sizi göndeririz” dediğini belirtiyor. Gönüllü olarak gitmeye razı olmadıkları, parayı alıp gitmeleri için zorlandıkları, bunu kabul etmemeleri durumunda olacaklarla ilgili tehdit edildikleri iddia ediliyor.

Avrupa Bakanı Pierre Lellouche, bir yandan tüm Romanların kitlesel gönderimi olmadığını, sadece suçluların gönderildiğini açıklarken, diğer tarafta Romanya resmî makamları ülkeye gönderilenler arasında ne Fransa’da ne de Romanya’da sicili bulunan bir tek suçlu bile bulunmadığını belirtiyor.

Fransız yönetimi, ne ülke içinden, ne ülke dışından, ne BM’den ne de AB’den yöneltilen eleştiri ve kınamaları umursuyor. Sonuçta, kendi çıkarları doğrultusunda uygun gördükleri politikaları uygulamaya devam ediyorlar. Fransa’nın Brüksel’den, olaylara müdahale etmesini istemesi eleştiri ve kınamaların baskısı olarak yorumlandı. Ancak Fransa’nın tarzına bakıldığında bu müdahalenin asıl nedeninin kanunlara duyulan saygı ya da eleştirilere kulak verilmesi olarak değil, bu uygulamalarına AB içinde destek aramak ve bu politikaları AB çapında yaygınlaştırmak için talep edildiği, ilerleyen günlerde görülecektir. Avrupa bakanı Lellouche’un sözleri aslında şaşırtıcı. Bakan, “AB yasalarını denetlemek AB’nin değil Fransa’nın görevidir. Çünkü bu kanunları onaylayan bizim ulusal parlamentomuzdur” diyerek, gerektiğinde AB’nin de bir kenara fırlatılıp atılabileceğini ortaya koyuyor.

Romanların Avrupa’da en kötü şartlar altında yaşadıkları ülkeler Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Fransa ve İtalya olarak biliniyor. Romanlar, Avrupa’da tarih boyu ayrımcılığa uğrayan halklardan olmuştur. Asimile olmamaları, kendi kültürlerini ve yaşam tarzlarını muhafaza etmeleri, farklılıklardan hoşlanmayan Avrupalılar için tehdit olarak algılanmıştır. Romanların Batı’daki varlığı 14. yüzyıla kadar gidiyor. Avrupa’ya yerleştiklerinde farklı ve yeni olmaları nedeniyle kısa sürede kendilerine düşmanlık beslenmeye başladığı biliniyor. Kölelik yasaklanana kadar yüzyıllar boyu, özellikle Doğu Avrupa’da köle olarak kullanılan Romanlar, diğer bölgelerde etnik temizliklere tâbi tutulmuşlardır. Hemen hemen her yerde ayrımcılığa maruz kalmış, toplumdan uzaklaştırılmış, damgalanmış ve insanlık dışı muameleler görmüşlerdir. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda ise, İtalyan ve Alman aşırı sağ rejimlerinin hedeflerinden olmuş, Yahudilerle birlikte toplama kamplarına gönderilmiş, buralarda sağ bırakılanlar tıbbî deneylere tâbi tutulmuş ya da çalıştırılmışlardır. Üstelik Yahudiler gibi yargı yoluna gidememişler, tazminat alamamışlar, kendilerinden özür bile dilenmemiştir. Romanlar, kendilerine yapılan haksızlıkların hiçbirinin üzerine gitmemişler, gidememişlerdir. Devletleri olmayan, zayıf, arkalarında hiçbir gücün bulunmadığı, üstelik zararsız gruplardan olmuşlardır.

Romanları sınır dışı eden ülkeler, belki kendileri bu sorundan kurtulabiliyorlardır. Ancak Romanların sınır dışı edilmeden önceki sorunları daha sonra da devam ediyor. Fransız hükümeti, çocukların suistimaline ve fuhuşa son vermek için sınır dışı ettiklerini söylerken, bu durumun Fransa toprakları dışında da süreceğini bilmiyorlar mıdır? Amaç, Fransa toprakları üzerindeki sorunları ve suçları yok etmek. Bu suçların başka yerlerde işlenip işlenmediği çok da önemli değil.

İtalya, Romanların çalışmamalarından şikayet ediyor. Fransa ise bu şikayette bulunacak durumda değil. Çünkü Fransa’da 2014 yılına kadar Romanya ve Bulgaristan vatandaşlarının işçi pazarına girme yasakları var. Bu durumda Romanların zaten Fransa’da “yasal bir şekilde” çalışma ihtimalleri bulunmuyor.

Romanya’ya gönderilen Romanların barınabilecekleri yerleri, evleri, işleri yok. Bu nedenle, özellikle AB vatandaşı olanlar geri gelmenin bir yolunu bulacaklarını söylüyorlar. Çünkü bu hakka sahipler. Ama asıl önemlisi, gönderilenlerin Fransa’ya döndüklerinde nasıl muamele görecekleri.

İnsan hakları ve ırkçılıkla mücadele örgütlerinin asıl endişesi, Romanların sınır dışı edilmesinin bir hükümet politikası olmasından cesaretle, vatandaşlar arasında Roman karşıtlığının ve ırkçılığın daha da güçlenmesi. Nitekim Romanlara yönelik saldırılarda artış tespit edilmesi, bu endişeleri haklı çıkarır bir durum.

Sadece seçim stratejisi olarak bakıldığında, Romanların sınır dışı edilmeleri, ne Fransız vatandaşlarının güvenliğine ne de Romanlara katkı sağlayacaktır. Sınırdışı edilen Romanlar yine Fransa ya da İtalya topraklarına geri dönecekler. Geri geldiklerinde ikinci kez para almasınlar diye parmak izleri alınmış ve fişlenmişler. O zaman bu uygulama, şimdilik sadece Sarkozy’ye yaramış gibi görünüyor. İnsan hakları, azınlık hakları, yerlerinden edilen insanlar, mülteciler, göçmenler…gibi bir çok alanda dünyayı ağır ifadelerle eleştirirken ve kimi zaman daha da ileri giderek kendileri yargılayıp suçlu ilan ederken, mesele kendi meseleleri olduğunda bu ilkeler yerle bir olabiliyor. Fransa’nın bu uygulaması, her şeyden önce Avrupalıların Avrupa dışına yönelttiği eleştiri ve suçlamalarda insan haklarını gerçek anlamda umursamadığının göstergesi. Umursadıklarının başka hesaplar olduğu açıkça bir kez daha ortaya çıkıyor.

Gönderilen Romanların AB üyesi bir ülkenin vatandaşları olması ise tüyler ürpertici bir durum. AB’ye ikinci sınıf olarak giren ülkelerin başlarına gelenler Türkiye tarafından yakından izlenmeli. Romanya, hem bir başka üye ülkeden atılan kendi vatandaşlarını korumaya çalışıyor, hem de Schengen gibi başka konulardaki hakları veto tehdidi altına alınıyor. Bilindiği gibi Türkiye’nin AB üyesi olsa dahi serbest dolaşım hakkına daimi olarak sahip olamaması söz konusu. Serbest dolaşım hakkına sahip olan Romanya vatandaşlarının başlarına gelenlerin Türk vatandaşları tarafından unutulmaması gerek. 


© 2009-2024 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.

Kaynaklar:

Analiz
Yorum
Blog
Rapor
Bülten