ABD’DE DEMOKRAT BAŞKAN ADAYI JOE BIDEN VE ULUSLARARASI POLİTİKA
Yorum No : 2020 / 24
13.06.2020
14 dk okuma

Siyahi Amerikalı George Floyd’un 25 Mayıs 2020 tarihinde polis tarafından gözaltına alınırken boğularak öldürülmesi, ABD’nin pek çok eyaletinde yaklaşık üç haftadır devam eden kimisi barışçıl kimisi şiddet içeren büyük toplumsal olayların yaşanmasına neden olmakta. “Nefes alamıyorum” ve “siyahi hayatlar önemlidir” sloganlarının damga vurduğu bu olayların Amerikan sistemine dair ırkçılık, toplumsal ve sınıfsal adaletsizlik, gelir ve fırsat eşitsizliği gibi bazı çok temel sorunları bir kez daha gün yüzüne çıkardığına ilişkin pek çok yorum basılı ve elektronik basında yer alıyor. Bunun yanında, Floyd’un polis tarafından öldürülmesiyle ortaya çıkan toplumsal tepkinin ABD’de polis reformu gibi daha yüzeysel düzenlemelerin yanında sisteme dair birtakım değişimlerin tetikleyicisi olup olmayacağı hakkında tartışmalar da dikkat çekiyor.

Olaylarla ilgili yapılan yorum ve yürütülen tartışmaların bir boyutu da Floyd’un öldürülmesiyle ortaya çıkan toplumsal tepkinin ABD’de Kasım 2020’de gerçekleştirilecek başkanlık seçimlerini ne şekilde etkileyeceği hakkında. Kimileri, ortaya çıkan toplumsal tepkinin, ABD toplumunun bazı kesimlerinin zaten nefret ettiği Trump'ın ikinci kez Başkan seçilme şansını iyice azalttığını ve Trump döneminin sonuna gelindiğini düşünmekte. Öte taraftan bazı yorumcular ise,  ABD’de önemli bir kesim tarafından nefret edilse de Trump’ın yine nüfusun önemli bir kesimi tarafından desteklendiğine, tüm dünyanın dikkatini çeken tuhaf tavırlarına rağmen, Trump’ın başkanlığı döneminde ABD’deki ekonomik süreçlerin iyiye gittiğine dikkat çekiyor. Bu yorumcular, Floyd protestolarının Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesi için çok ciddi bir engel olmayacağını, Trump için asıl sorunun Covid-19 salgını nedeniyle son aylarda ABD’de artan işsizlik ve bunun sonucu olarak toplumun belli kesimlerinde yaygınlaşan ve derinleşen yoksulluk olduğunu söylemekteler.

Tüm bu tartışmalar bir yana, 2020 başkanlık seçimlerinin sonucunu etkileyecek temel faktörlerden biri de kuşkusuz Cumhuriyetçi Trump’ın karşısına çıkacak Demokrat başkan adayının kim olduğu, bu adayın ABD halkına neler vaat ettiği ve halkın bu vaatleri nasıl algıladığı olacaktır.

ABD standartlarında sosyalist olarak tanımlanan görüşlerini açıkça ifade etmekten kaçınmayan Bernie Sanders’ın Nisan ayında Demokrat Parti içindeki yarıştan çekildiğini açıklamasıyla, Joe Biden’ın Demokratların başkan adayı olacağı kesinlik kazandı. 1942 yılında doğan ve seçilmesi halinde ABD’nin en yaşlı başkanı olacak Biden, 1973-2009 yıllarında ABD Senatosu’nda Delaware eyaleti senatörü olarak görev yapmış, 2009-2017 yıllarındaki Obama döneminde Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmiş kıdemli bir politikacıdır. Biden, 1988 ve 2008 yıllarında Demokratların başkan aday adayı olmuş ancak partinin başkan adayı seçilememiştir.

Joe Biden seçim çalışmalarında, ABD’deki ekonomi, ırk ayrımcılığı, kadın hakları, sağlık sistemi gibi sosyal sorunları vurgulayan bir söylemle seçmenin karşısına çıkmış olsa da, kendini uluslararası politika uzmanı bir siyasetçi olarak tanıtmaktan ve Trump döneminde ABD’nin dış politika alanında içine düştüğü sorunları çözebilecek bir ‘guru’ olarak sunmaktan geri durmamaktadır. Uzun siyasi kariyeri süresince dış politika konularıyla ilgili alanlarda faal bir siyasetçi olması, 1997 yılından bu yana, ABD dış politikasını şekillendiren önemli organlardan olan ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nde yer alması, hatta bu komitenin başkanlığına kadar yükselmesi, Biden’ın bu söyleminin arka planını oluşturmaktadır.

Resmi websitesinde yer alan şu ifadeler, oldukça genel olsa da, Biden’in dış politikada nasıl bir perspektifle hareket edeceğine dair bir fikir vermektedir.

Dünya kaçınılmaz sorunlarla karşı karşıya; hızlı iklim değişimi, nükleer çatışma riski, ticaret savaşları, yükselen Çin ve saldırgan Rusya, sığınak ve güvenlik arayan milyonlarca mülteci ve evrensel insan hakları ve temel özgürlüklere saldırılar. Bir sonraki [ABD] başkan[ı] karşı karşıya olduğumuz sorunların üstesinden gelmek adına dünyayı harekete geçirmek için müttefiklerimizle ilişkilerimizi onarmalı ve küresel sahnede diktatör ve haydutlara karşı ayağa kalkmalıdır. Çoktandır devam ettirdiğimiz dünyanın ahlaki ve ekonomik lideri olma pozisyonumuzu geri kazanabiliriz.[1]

ABD’nin küresel liderliğinin yeniden tesisi için müttefiklerle yara almış olan ilişkilerin onarılması vurgusu, yine aynı websitesinde, “bizimle birlikte olan demokrasilerle olan koalisyonun güçlendirilmesi,” uluslararası arenada “ortaklığın restorasyonu ve yeniden tasavvuru,”[2] gerekli durumlarda ve sadece son çare olarak güç kullanılması, bunun dışında dış politikada diplomasiye ağırlık verilmesi gibi ifadelerle birlikte yer almaktadır.

Peki, Biden gerçekten de kendini resmettiği gibi bir ‘dış politika gurusu’ mudur? Biden, ABD’nin gerçekten de ciddi yaralar almış küresel imaj ve pozisyonunu onarma başarısını gösterebilecek bir başkan adayı mıdır?

Bu soruların yanıtı, Biden’ın Başkan Yardımcısı olduğu Obama yönetiminin dış politika karnesinin değerlendirilmesini de içeren detaylı bir analizi gerektirmektedir. Öte yandan, Biden’ın dış politika yaklaşımına dair giriş niteliğinde bir takım hatırlatmalar yapılabilir. ABD’de 1857 yılından beri yayın hayatına devam eden, ülkenin en eski ve saygın yayın organlarından olan merkez sol eğilimli The Atlantic’de Kori Schake imzasıyla yayımlanan "Biden’s Bad Foreign-Policy Ideas" ("Biden’ın Kötü Dış Politika Fikirleri") başlıklı yazı[3] bu anlamda dikkat çekmektedir. 

Yazısına “Joe Biden dış politika ve güvenlik politikalarında pek çok yanlış yaptı” sözleriyle başlayan Schake, daha sonra gelişen süreçlerin Biden’ın 1991 Körfez Savaşı ve 2003 Irak işgali süreçlerindeki tutumunun yanlışlığını kanıtladığını belirtmekte, Biden’ın Afganistan konusuyla ilgili olarak öngörüsüz bir çizgide durduğunu, El Kaide lideri Osama Bin Ladin’in öldürüldüğü operasyona karşı çıkacak kadar yanlış muhakemeler yaptığını örneklendirmektedir. Bunların yanında Schake, Biden’ın askeri güç kullanımı konusunda ilkesiz olduğunu ve içgüdülerinin kendisini yanılttığını öne sürmektedir. Schake “Biden belki de bu yüzden, Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olmasına rağmen, Senato’da bulunduğu otuz yıl boyunca dış ve güvenlik politikalarında nadiren temel bir güç [figür] oldu” şeklinde bir yorum yapmıştır. Aynı yazar, George W. Bush ve Barack Obama dönemlerinde Savunma Bakanı olan Robert Gates’in 2014’de yayımlanan hatıratında yer alan Biden’ın “geçen kırk sene süresince, dış politika ve ulusal güvenlik alanlarına dair hemen tüm temel konularda yanlış yaptı” şeklindeki görüşüne de yer vermiştir. Schake’ın, Biden’ın pozisyonunun ilkeler çerçevesinde değil siyasi rüzgârın estiği yöne doğru şekilleneceğine dair iddiası dikkat çekicidir.

Esasen yaklaşık kırk yıldır politikanın içinde yer alan Biden’ın tipik bir ‘Amerikan tarzı soğuk savaş liberali’ olduğu yönündeki görüşlerdeki doğruluk payı aşikârdır. Her ne kadar liberal değer ve ilkelere vurgu yapan bir söyleme sahip olsa da Biden’ın kararlarını, son kertede, liberal değerlerle uyumlu olsun ya da olmasın, ABD ulusal çıkarlarına göre şekillendiren bir realist ve pragmatist olduğu yönünde bir fikrin yaygın olduğunun da altının çizilmesi gerekmektedir. Bunun yanında, Biden’ın ABD ulusal çıkarlarına uygun kararlar vermek konusundaki kabiliyeti, bir başka deyişle, olayları tahlil etmedeki kifayeti ise bir başka soru işaretidir. Schake’ın verdiği yukarıda aktarılan örnekler, ayrıca Suriye meselesi çerçevesinde, ABD’nin yaklaşık yetmiş yıllık müttefiki olan bir ülkenin aleyhine, terörist örgütlerle iş birliğini savunan yaklaşımı, Biden’ın siyasi değerlendirme konusundaki zafiyetine ve strateji geliştirme konusundaki miyopluğuna işaret etmektedir. Biden’ın bu halinin, siyasi kariyeri boyunca içli dışlı olduğu ABD’deki bazı etnik lobilerle olan ilişkileriyle alakası da önemli bir mevzu olarak karşımızda durmaktadır. 

‘Uluslararası politika gurusu’ olma iddiasındaki Biden’ın uluslararası politikaya dair zaman zaman su yüzüne çıkan kifayetsizliğinin kendini, en hafif tabirle, komik, ABD Dış İşleri Bakanlığı’nı ise zor duruma düşürdüğü örnekler mevcuttur.

2008 seçimleri döneminde Obama-Biden ekibi, iktidara gelmeleri durumunda Ermeni soykırım iddialarını tanıyacağına dair yaptığı açıklamalarla Amerikalı-Ermenilerin oylarını kazanmaya çalışmıştır. Ne var ki, Obama-Biden ekibi iktidara gelince bu vaadini unutmuş, 2010 yılında ABD Kongresi’nin konuyla ilgili bir kararına resmi olarak karşı çıkmış, 2012 yılında soykırım iddialarının “tarihsel bir tartışmanın nesnesi” olduğu yönünde bir açıklamayla benzer bir girişimin karşısında yer almış, 2013 yılında da konuyla ilgili öne sürülen tazminat taleplerine karşı bir tutum almıştır. Bu çerçevede, içinde soykırım iddialarının bir tarih komisyonu tarafından incelenmesi hakkında bir maddenin de yer aldığı 2009 Türkiye-Ermenistan Zürih Protokolleri’nin de Obama-Biden yönetimi tarafından desteklendiği hemen akla gelen bir başka husustur.  

ABD’deki Ermeni (soykırım) lobisiyle ilişkileri çerçevesinde 1990 yılından bu yana soykırım iddialarının savunuculuğunu yapan Biden’ın bu süreçlerde tükürdüğünü yalamasını meşrulaştırmak için çeşitli yalanlara başvurduğu Ekim 2010’da YouTube’a düşen bir videoda Amerikalı-Ermeni bir soykırım lobisi mensubuyla olan diyaloğu sayesinde ortaya çıkmıştır.   

Bu videoda Obama-Biden yönetiminin soykırım iddiaları kapsamında verdiği sözleri tutmadığından şikâyet eden kişiye Biden, dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Sargsyan’ın kendisini telefonla arayarak, Ermenistan’ın Türkiye ile uzlaşma için müzakere süreci içinde olduğunu, bu nedenle soykırım iddiaları konusunu fazla irdelememesini istediğini söylemektedir. 

Bu videonun Ermenistan’daki iktidar çevrelerinde tepki yaratması sonucunda, Erivan’daki ABD Büyükelçiliği 29 Ekim 2010’da bir açıklama yaparak, Biden ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Sargsyan’ın Nisan 2009’da iki kez telefonda görüştüğünü, ancak bu konuşmalarda Sargsyan’ın Biden’a böyle bir talepte bulunmadığını belirtmiştir. Sonuçta ortaya çıkan tablo, ya ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın ya da ABD’nin Erivan Büyükelçiliği’nin ve dolayısıyla ABD Dış İşleri Bakanlığı’nın yalan söylediğidir. Her iki durum da, uluslararası liberal düzenin hamisi ve lideri olma iddiasındaki bir devlet açısından utanç vericidir. Ortaya çıkan bu tablonun, Çin ve Rusya gibi liberal dünyayı tehdit ettiği düşünülen güçlerin yükseldiği bir uluslararası ortamda hâkim uluslararası düzen ve bu düzenden faydalanan aktörler açısından hiç hoş olmadığı açıktır.

Esasen 2008 seçimleri döneminde Obama-Biden ekibinin söylemlerinin, 2010 yılında yaşanan fiyaskonun ve 2009, 2010, 2012 ve 2013 yıllarında yaşanan süreçlerin, 2020 yılı seçimleri bağlamında akla gelmesinin önemli bir nedeni vardır; tıpkı Obama’nın 2008 seçimleri döneminde yaptığı gibi, 2020 seçimleri bağlamında Biden da soykırım lobisine bir takım mesajlar vermekten geri durmamaktadır. 

Biden, 24 Nisan 2020’de Twitter hesabından, Başkan seçilmesi halinde soykırım iddialarını tanıyacağına dair bir paylaşım yapmıştır. Hatta vitesi daha da yükselterek, kısıtlı tarih bilgisini ve ‘sınır dışı etmek’ (deportation) gibi kavramların ne anlama geldiği hakkında bir ‘uluslararası politika gurusu’na yakışmayacak düzeydeki düşük kavrayışını ortaya koyan "1915-1923 yıllarında yaklaşık iki milyon Ermeni kitlesel olarak sınır dışı edildi ve 1.5 milyon erkek, kadın ve çocuk öldürüldü. Rum, Asuri, Keldani, Süryani, Arami, Maruni ve diğer Hristiyanlar hedef alındı"[4] şeklinde bir ifadenin yer aldığı bir sayfalık bildiri yayımlamıştır. Biden’ın geçmişten ders almadan, bu denli pervasız bir tavır sergilemesi kuşkusuz hafızalarda yer edecektir.

ABD’nin hem içeride hem de uluslararası alanda sıkıntılar yaşadığı, uluslararası düzeni tehdit ettiği düşünülen özellikle Çin gibi ülkelerin yükselişte olduğu bir dönemde gerçekleşecek olan 2020 ABD Başkanlık seçimlerinin, ABD için olduğu kadar diğer devletler ve uluslararası düzen açısından da önemli sonuçları olacağı açıktır. Bu kapsamda, başkan adaylarından olan Joe Biden’ın uluslararası siyaseti ve tek tek ülkeleri ilgilendiren söylemlerinin tüm dünya tarafından yakından takip edildiğini tahmin etmek zor değildir. Ülkelerin önümüzdeki dönemde pozisyonlarını, ABD başkan adaylarının geçmiş karneleri ve süreçteki söylem ve pratiklerine göre belirlemeye çalışacağı da öngörülebilir. Bu nedenle, ABD’nin uluslararası alanda erozyona uğrayan konum ve liderlik iddiasını gündeme getiren ve akıllıca bir tutum sergileyerek müttefiklerle ilişkilerin yeniden rayına oturtulması ve diplomasiye ağırlık verilmesi gibi olumlu bir çizgiyi savunan Biden’in geçmişte yapmış olduğu hatalardan da ders alarak söylem ve pratiğini dikkatli şekilde inşa etmesi kendisi, ABD ve tüm dünya açısından faydalı bir çaba olacaktır.    

 

*Fotoğraf: Anadolu Ajansı

 


[1] "Joe’s Vision for America," 2020, erişim 13 Haziran 2020, https://joebiden.com/joes-vision/

[2] "American Leadership," 2020, erişim 13 Haziran 2020, https://joebiden.com/americanleadership/

[3] Kori Schake, "Biden’s Bad Foreign-Policy Ideas," The Atlantic, 07 Haziran 2020, erişim 13 Haziran 2020, https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2020/06/bidens-chance-disavow-his-bad-foreign-policy-ideas/612787/


© 2009-2024 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.

Kaynaklar:

Analiz
Yorum
Blog
Rapor
Bülten