TÜRK VATANDAŞLARINA YÖNELİK VİZE ENGELİ VE AB’NİN GEREKÇELERİ
Analiz No : 2024 / 14
14.08.2024
15 dk okuma

Bugün Türk vatandaşlarının en fazla rahatsızlık duyduğu konulardan biri, “Türk vatandaşlarına vize verilmesi”dir. Bu konu Avrupa Birliği (AB) üye ülkelerine seyahat etmek isteyen Türk vatandaşları için uzun zamandır sorun teşkil eden önemli bir konudur. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Schengen vizesi için başvurduğu zaman randevu tarihinin dahi çok ileri bir tarihe (3-4 hafta sonrası) verilmesi ile başlayan umutsuzluğu, uçuş tarihine saatler kala bile vizenin çıkmayışı, uçuşlardan sonra verilen olumlu ya da olumsuz verilecek kararların stresi ile birleşmekte, en sonunda yüksek rakamlı vize başvuru ücretlerinin yanması ile sonuçlanmaktadır. Vize başvurusunda bulunan arasında başvurusu reddedilenlerin üç ay içinde itiraz hakkı bulunsa da sonucun değiştiği durumlara çok az rastlanmaktadır. 

Türk vatandaşları, vize başvurusunda bulunurken Türkiye ile bağlarının ne kadar güçlü olduğunun test edildikleri bir süreçten geçmektedir. Çalıştıkları işler, gitmek istedikleri ülkelerde akrabaları olup olmadığı, banka hesaplarındaki paraya kadar sorguya çekilmektedir. Kimi mahrem olan bu bilgilerin ibraz edilmesine ek olarak, bir de vize için başvurulan aracı şirketlerin talep ettiği işlem ücreti vardır. Bu ücret ülkeden ülkeye değişiklik gösteriyor olsa da uygulamanın kendisi onur ve gurur kırıcıdır. Reddetme gerekçelerinde ile daha da ileri gidilmektedir. Örneğin, eğer banka hesabınızda “olması gereken kadar” meblağ bulunmuyorsa, çalıştığınız işin, o işten aldığınız izin belgesinin ya da daha da şaşırtıcısı, gideceğiniz ülkeden sizin adınıza özel davet mektubu varsa dahi bunu bir önemi yoktur. Siz potansiyel tehlikesinizdir. Vize almak için başvurulan ülkeye yerleşmeyeceğinizin garantisini vize kontrol merkezindekilere göre “kimse” veremez. 

 

Bu durum her zaman böyle miydi?

Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durum her zaman böyle değildir ama hiçbir zaman da tamamen açık olmamıştır. Türkiye, Avrupa Konseyi kurulduktan üç ay sonra, Ağustos 1949’da davet edilmiş ve teşkilatın kurucu üyeleri arasında sayılmıştır[1]. Bugün, Avrupa Konseyi’nin 46 üyesi bulunmaktadır. Tam 75 yıl önce kurulmuş Avrupa Konseyi’nin kuruluş prensipleri, “insan hakları, hukukun üstünlüğü ve çoğulcu demokrasi ilkelerini korumak ve güçlendirmek; ırkçılık, hoşgörüsüzlük ve yabancı düşmanlığı, sosyal dışlanma, uyuşturucu madde ve çevre konularındaki sorunlara çözüm aramak; Avrupa kültürel benliğinin oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmak[2]” temelleri üzerine inşa edilmiştir. Buna göre, imza atılan en temel hususlardan biri, serbest dolaşım olanağıdır. 1960 yılında hemen hemen tüm Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) üye ülkelerine vizesiz bir şekilde seyahat edilebilirken bu durum değişmiştir. AET üye devletlerinin Türkiye’ye vize uygulamamasının temel gerekçelerinden biri iş gücüne gereksinim duymalarıdır. Bu gereksinimlerini büyük ölçüde Türkiye’den karşıladıktan sonra, çok sayıda Türk’ün de Avrupa’ya yerleşmesini takiben, zaten birbirine dahi bir zamanlar vize uygulayan Avrupalı devletler[3], Türklerin varlığından rahatsızlık duymaya başlamıştır. Bunların sonucu olarak, gerekçeler öne sürerek vize uygulamalarını yürürlüğe koymuşlardır. Bunlardan ilk ikisi bugün dahi Türkiye’nin iş ve beyin gücüne ihtiyaç duyan Almanya ve Fransa’dır.

Federal Almanya 1957 yılında imzalanan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Avrupa Konseyi ülkelerinin büyük çoğunluğunun karşılıklı olarak vize uygulamasına son verdiği “Avrupa Konseyi Üyesi Ülkeler Arasında Şahısların Serbest Dolasımı Anlaşması”nı 9 Temmuz 1980 tarihinde Türk vatandaşları için askıya aldığını Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine bildirmiştir.

Bildiride vize kararı, “Bu tedbir, asayiş̧ nedeniyle gerekli görülmüştür. İltica hakkını kötüye kullanıp, ikamet ve yerleşme hakkıyla ilgili düzenlemeleri ihlâl etmek niyetiyle Almanya Federal Cumhuriyeti’nin sınırlarından giriş̧ yapan Türk uyrukluların sayısı 1980’in ilk aylarında olağanüstü̈ artış̧ göstermiştir. Bu nedenle Almanya Federal Cumhuriyeti topraklarına girişin daha sıkı kontrol edilmesi kaçınılmazdır. Almanya Federal Cumhuriyeti üç yıllık bir sürenin ardından Türklere vize konusunu yeniden gözden geçirecektir.” ifadeleriyle gerekçelendirmiştir[4].

Fransa tarafından Türkiye’ye vize uygulamasına geçiş süreci ise aşağıdaki gibidir:

30 Eylül 1980 tarihinde, Fransa Başbakanı Raymond Barre, Avrupa Konseyi’nde kendisine yöneltilen soruları yanıtlar. Sorulardan biri de Türkiye’ye yönelik alınan ani vize uygulaması kararıdır. Soru, milletvekili, Prof. Dr. Besim Üstünel tarafından,

“Fransız Hükümeti’nin, Avrupa Konseyi’nin varlık nedeni olan anlaşmaların en azından ruhuna aykırı olarak ve neredeyse hiç önceden haber vermeksizin, 5 Ekim 1980 tarihinden itibaren Türk vatandaşlarına vize uygulamaya yönelik ani kararını göz önünde bulundurarak,

Fransa Cumhuriyeti Başbakanına, hükümetinin niyetinin, otuz yılı aşkın bir süredir Batı ittifaklarının bir parçası olan bir ülkeyi Avrupa’dan izole etmek ve Orta Doğu’daki son örnekte olduğu gibi tehlikeli bir duruma daha da itmek olup olmadığı, Batı’ya karşı geniş bir halk öfkesine neden olan ve özgürlük ve insan hakları ilkelerine dayalı işleyen bir demokrasiyi yeniden tesis etmek için Batı dayanışması arayan halihazır yetkililerin zaten zor olan görevlerini daha da zorlaştıran bu vizeyi ne kadar süreyle uygulamayı öngördüğü ve aynı kısıtlamaları Fransa’ya işçi gönderen İspanya ve Portekiz gibi diğer üye devletlerin vatandaşlarına da uygulamayı planlayıp planlamadıkları” sorulmuştur.

Fransa Başbakanı Raymond Barre şu cevabı vermiştir:

“Portekizli göçmenlerle ilgili olarak, Fransa’da, Fransız vatandaşlarının sahip olduğu tüm haklardan yararlanan, sıcak bir şekilde karşıladığımız ve Fransa’ya hızla entegre olan çok büyük bir Portekiz kolonisi bulunmaktadır. Hiçbir aşamada Portekiz’den gelen göçe karşı harekete geçmeyi düşünmedik.

Fransa’nın göç politikasını gözden geçirdiği doğrudur. Peki neden? Çünkü artık yirmi yıl süren ve Fransa’ya iki milyondan fazla yabancı işçinin geldiği o ekonomik büyüme ve tam istihdam döneminde değiliz. Bununla birlikte, bayanlar ve baylar, Fransa’nın göçü durdurma çağrısında bulunurken, daha önce Fransa’ya gelen ve kalkınmasına katkıda bulunan yabancı işçileri asla sınır dışı etmeye çalışmadığını hatırlatmak isterim. Gelecekte de böyle bir niyeti olmayacaktır, zira refahının inşasına yardımcı olanlara şükran borçludur. Fransa’daki yabancı işçilere, ekonomik durumun gerektirdiği şekilde alınıp atılacak köleler olarak bakmıyoruz.

Türkiye’den gelen göçmen işçilere gelince, Fransız Hükümeti Türk vatandaşlarına yeniden vize uygulamaya karar vermiştir.

Fransız Hükümeti'nin, 29 Haziran 1954 tarihinde Ankara'da teati edilen ve imzalanan kişilerin dolaşımına ilişkin mektupları 5 Ekim tarihinden itibaren geçerli olmak üzere geçici olarak askıya aldığını Türkiye Hükümeti'ne bildirdiğini hatırlatmak isterim.

Ayrıca, kişilerin dolaşımını düzenleyen 13 Aralık 1957 tarihli Avrupa Anlaşması’nın 7. maddesi uyarınca, bu anlaşmanın 1. maddesinin 1. ve 2. fıkraları hükümlerini Türkiye bakımından askıya almak zorunda olduğunu Avrupa Konseyi Sekreteryası’na bildirmiştir; bu tedbirin etkisi, Fransa'ya kısa süreli ziyaretlerde bulunan Türk vatandaşları için zorunlu vizenin yeniden uygulamaya konulmasıdır.

Fransız Hükümeti, bazı Avrupalı ortaklarının zorunlu vizeleri yeniden uygulamaya koyduğu bir dönemde bu adımı atmak zorunda kalmıştır. Fransız Hükümeti’nin kararını belirleyen başlıca unsur, kamu düzenine ilişkin mülahazalardır.

Fransız Hükümeti, ilk olarak, komşu ülkelerde iş bulamayan kaçak işçilerin Fransa’ya yasadışı yollardan çalışmaya gelmelerini engellemeyi amaçlamıştır, zira -az önce de hatırlattığım üzere- 1974 yılından bu yana yurtdışından göç askıya alınmıştır. İkinci olarak, siyasi çalkantıların yaşandığı bir dönemde, terör eylemlerinde bulunma ihtimali olan -ki son olarak Paris’teki Türk Büyükelçiliği basın ataşesine (Kaynakta yanlış ifade edilmiştir. Doğru şekli: Yılmaz Çolpan, T.C. Paris Büyükelçiliği Turizm Ataşesi, saldırı tarihi: 22 Aralık 1979, Terör örgütü: JCAG/ARA) yapılan saldırı bu türden bir suçtur- ya da geçen hafta Strazburg’da Avrupa Konseyi önünde düzenlenen türden gösterileri provoke etme ihtimali olan denetimsiz unsurların Fransa’ya girişini engellemeyi amaçlamıştır.”

Türkiye’nin diplomatik temsilciliklerinin saldırıya uğramasının sebebinin “Türkiye” (!) olduğu, saldıranların Fransa tarafından aranması bir yana, ASALA teröristlerinin Fransa tarafından ödüllendirildiği de tüm tarafların malumudur. Bu gerekçenin öne sürülmesi, alttan alta 1915 olaylarının rövanşının alındığı ve Fransa’nın buna destek verdiği resmi kayıtlara geçmiştir.

Aynı gün yöneltilen diğer sorulara dönecek olursak, Senatör Metin Toker, Türkiye’nin o dönem kıskacında bulunduğu terör faaliyetleri ile ilgili olarak,

“Son yıllarda Fransa’nın Türk diplomatlarına yönelik terör eylemlerinin merkezi haline geldiğini, teröristlerin hiçbirinin henüz yakalanmadığını ve hatta kimliklerinin bile tespit edilemediğini, bu eylemlerin sorumluluğunu açıkça üstlenen terör örgütüne karşı hiçbir işlem yapılmadığını ve bu durumdan açıkça cesaret alarak, Paris'teki Türk Büyükelçisinin hayatına mal olan saldırıdan başlayarak Türk diplomatlarına yönelik terörün rahatsız edici boyutlara ulaştığını ve endişe verici bir düzenlilikle meydana geldiğini kaydederek; Avrupa Konseyi’nin uluslararası terörizmle mücadeleye verdiği önemi göz önünde bulundurarak, Fransa Cumhuriyeti Başbakanına, Fransız Hükümetinin bu eylemleri önlemek ve sorumluları kovuşturmak için ne gibi önlemler almayı planladığını” sormuştur.

Fransa Başbakanı Barre, bu soruyu mevzuatta herkes tarafından bilinenleri söyleyerek, geçiştirmiş, uzatmış ve Türkiye özelinde bir cevap vermekten imtina etmiştir:

“Terörizm şu anda tüm demokratik uluslar için bir tehdit oluşturmaktadır ve dolayısıyla bu uluslar terörizmle etkin bir şekilde mücadele etmek için gerekli adımları atmalıdır.

Avrupa Konseyi bu amaçla 27 Ocak 1977 tarihli sözleşmeyi hazırlamıştır; bu sözleşme Fransa tarafından kabul edildiği gün imzalanmıştır. Fransa, terörizme karşı alınan önlemlerin etkili olması, ancak aynı zamanda insan haklarına ve özellikle de sığınma hakkına saygı göstermesi gerektiğini düşünmektedir. Bu alanda yapılan çalışmalara özel ilgi duyduğumuzu açıkladığımız zaman da bunu söylemiştik. Şu anda Avrupa hukuk alanında çalışmaların nasıl ilerleyeceğini görmek için bekliyoruz. Yasal sınırlamaların savaş suçlarına uygulanamamasına gelince, bu konu Avrupa Konseyi tarafından 2 Şubat'ta kabul edilen savaş suçları ve insanlığa karşı suçların yasal sınırlamasına ilişkin 855 sayılı Tavsiye Kararında ele alınmaktadır.

[…] Nitekim Fransa, 26 Aralık 1964 tarihinde, insanlığa karşı işlenen suçlara yasal sınırlamaların uygulanamayacağına dair bir Kanun kabul etmiş, 2 Şubat 1971 tarihinde Federal Almanya Cumhuriyeti ile savaş suçlarının cezalandırılmasında yargı yetkisine ilişkin bir anlaşma imzalamış ve insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçlarına yasal sınırlamaların uygulanamayacağına dair 25 Ocak 1974 tarihli Avrupa sözleşmesini imzalayan ilk ülke olmuştur[5].”

Vize ve terör konusu görüldüğü gibi iç içe geçmiş görünmektedir. Türkiye’ye yönelik saldırılarda bulunanların adeta ödüllendirildiği, iş gücünden faydalandıkları Türkiye’nin ise sorgusuz sualsiz ani kararlarla ve ikna edici olmaktan uzak gerekçelerle serbest dolaşım anlaşmasının dışında tutulduğu “yine” önyargılı bir dönem görülmektedir.

Günümüze dönecek olursak, AB’nin Başkenti Brüksel’den davet aldığı halde kendilerine vize verilmeyen Türk gazeteciler gerçeği ile karşı karşıya kalındığı görülmektedir. Vize ya verilmemekte ya da toplantıların gerçekleşeceği tarihlerden sonraya kalmaktadır. Cansu Çamlıbel’in konuya ilişkin kaleme aldığı makale AB’nin durumunu açık bir şekilde sorgulamaktadır. “Antetli, bayraklı ve üst düzey imzalı” resmî belgeler sunulmasına rağmen gazeteci Özgür Ekşi’nin durumu örnek vaka teşkil etmektedir. Söz konusu toplantı sona erdikten 13 gün sonra bile Özgür Ekşi’nin vizesini, AB Delegasyonu’nun ısrarlarına rağmen, Belçika Başkonsolosluğu yetiştirememiştir. Cansu Çamlıbel’in tespiti burada önem arz etmektedir. AB o kadar adil bir sisteme sahip ki, “Kuralları herkese işletiyoruz, AB’nin kendisine dahi ayrıcalık tanımıyoruz[6].” kuralcılığının ardına sığınmaktadır.

Yakın tarihten günümüze Türkiye’nin vize konusunda karşılaştığı sorunlar günümüzde de devam etmektedir. AB’de aşırı sağın güçlenmesi tüm bu tarihçeye bakıldığında normal karşılanmaktadır. Çünkü, Portekizli bir işçi orta Avrupa’ya kolaylıkla “entegre” olabilirken “Türklerin” bu konuda dönemin Başbakanı Barre için rahatsız edici tarafları bulunmaktadır. Bugün mümkünse az sayıda Türk’ün turizm amaçlı bile olsa AB sınırları içinde bulunması ihtimali gayet açıktır ki AB kurumlarını rahatsız etmektedir. Hiç şüphesiz, AB ülkelerinin vize uygulama yöntemleri, hangi gerekçe ile olursa olsun, gurur ve onur kırıcı bir noktaya ulaşmıştır. Aracı şirketlerin vize sürecindeki işlemler için talep ettikleri meblağlar ise dudak uçuklatacak bir noktaya varmıştır. Normal bir vize için başvuran bir Türk vatandaşı aracı firmaya da yüksek ücretler ödemekte ve sonuç olarak da anlaşılmayan, ikna edici olmaktan uzak gerekçelerle vize talebi reddedilmektedir. Netice itibariyle, geçmişte olduğu gibi bugün de Avrupa Türkiye’ye yönelik sınırlamaları fırsat bulduğunda hayata geçirmekte tereddüt göstermemektedir.

 

Görsel: https://t24.com.tr/haber/ab-den-turkiye-ve-vize-serbestisi-aciklamasi,1129762#google_vignette

 


[3] Beck et al., Changing Structure of Europe – Economic, Social, and Political Trends, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1971, p. 193.

[4] “Türkı̇ye – Avrupa Bı̇rlı̇ğı̇ İlı̇şkı̇lerı̇nde Önemlı̇ Tarı̇hler,” https://ab.gov.tr/siteimages/2017_08/kronoloji.pdf.

[5] Raymond Barre, Prime Minister of the French Republic, “Speech Made To The Assembly – 30 September 1980,” https://assembly.coe.int/nw/xml/Speeches/Speech-XML2HTML-EN.asp?SpeechID=14

[6] Cansu Çamlıbel, “Brüksel’de ‘Türkiye’ diye bir tartışma kalmamış çok şükür,” 26 Haziran 2024, T24https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/bruksel-de-turkiye-diye-bir-tartisma-kalmamis-cok-sukur,45379.


© 2009-2024 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



  • Ozan Bayram - Teşekkür ve birkaç soru
    Merhaba, Öncelikle analiz yazısı için teşekkür ederim. Bu bir analiz yazısı anlıyorum. Ancak bu tip vize uygulamalarına karşı Türkiye -başka ülkelerin tarihlerinde örnekleri varsa eklenebilir- ne yapmalıdır? Türkiye neden bu onur kırıcı uygulamalara karşı misliyle benzer uygulama yoluna gitmemektedir? Türkiye vize uygulayarak bu ülkelerden vize başvuru ücreti alma girişiminde dahi bulunmuyor, bunu yapması yasak mı? Teşekkürler ...
    05.09.2024

Kaynaklar:

Analiz
Yorum
Blog
Rapor
Bülten