PRINCETON ÜNİVERSİTESİ’NDE ATATÜRK’ÜN MİRASINI LEKELEMEYE YÖNELİK HİLAKAR BİR TEŞEBBÜS
Yorum No : 2025 / 91
16.10.2025
11 dk okuma

Bu yazı ilk olarak AVİM tarafından 9 Ekim 2025’te yayınlanan İngilizce bir makalenin Türkçe çevirisidir.

 

Kısa süre önce The Daily Princetonian isimli gazetede yayımlanan bir makalede Greg Arzoomanian, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik bir dizi suçlamada bulunmuş ve Princeton Üniversitesi’ndeki Atatürk Kürsüsü’nün tamamen kaldırılmasını talep etmiştir.[1] Arzoomanian’ın suçlamalarının ana noktası, çarpıtılmış bir şekilde okuyuculara sunulan ve tamamen bağlamından koparılan bir alıntıya dayanmaktadır. Bu taraflı ithamlara dayanak olarak kasıtlı yanlış tercümeleri, bağlam dışı alıntıları ve metinleri kendi tezlerini desteklemesi için tahrif etmek ile kötü bir şöhret edinmiş olan Taner Akçam’ı kaynak olarak göstermektedir. Akçam’ın akademik etik kurallarını ihlal ettiği çok sayıda çalışmaya konu olmuş ve söz konusu ihlalleri pek çok kez belgelenmiştir.

Akçam’ın yanıltıcı akademik yaklaşımı bu vakada da açıkça görülmektedir. Alıntıyı incelemeden önce, söz konusu alıntının 16 Mart 1923 tarihinde Adana Esnaf Cemiyeti tarafından düzenlenen bir çay partisindeki bir konuşmadan alındığını belirtmek gerekir. Atatürk’ün konuşması, Adana Esnaf Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Remzi Yüregir’in yaptığı başlangıç konuşmasından sonra gerçekleştirilmiştir.

Arzoomanian’a göre Atatürk konuşmasında aşağıdaki ifadeleri kullanarak “Ermeni karşıtı ırkçılığı” yansıtmıştır:

Ermeniler sanat ocaklarımızı işgal etmişler ve bu memleketin sahibi gibi bir vaziyet almışlardır. ... Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir... Ermeniler vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur.”

İlk olarak belirtmek gerekir ki yukarıda üç noktadan önce koyu olarak verilen ilk cümle Atatürk’e ait değildir. Bu ifade Atatürk’ten önce konuşma yapan Ahmet Remzi Yüregir’e aittir. Yani Atatürk kendi konuşmasında Yüregir’in sözlerini alıntılamış ve bunun üzerine yorumlar yapmıştır. Ayrıca Akçam ve Arzoomanian, Yüregir’in ifadesini bağlamından koparmış ve cümleyi de ikiye ayırmışlardır. Cümlenin atlanan kısmı, Adana’nın Ermeni-Fransız güçleri tarafından işgali ile ilgilidir ve bu işgal 21 Aralık 1918’de başlamış ve 5 Ocak 1922’ye kadar 3 yıl sürmüştür. Atatürk konuşmasında şu ifadeyi kullanmıştır:

“Arkadaşımız [Ahmet Remzi Yüregir] beyanatında demişlerdir ki, Adanamıza müstevli olan [işgal eden] anasırı saire, şunlar, bunlar, Ermeniler sanat ocakları­mızı işgal etmişler ve bu memleketin sahibi gibi bir vaziyet almışlardır.” [koyu harfler vurgu için eklenmiştir]

Buradan da görülebileceği gibi alıntılanan ifade Yüregir’e aittir. Yüregir’in belirtmiş olduğu konu ise, Çukurova’nın üç yıl süren Ermeni-Fransız işgali sırasında Ermeni milliyetçi kuvvetlerinin yaptıkları ile alakalıdır. Ermeni milliyetçileri, Fransız işgali sırasında Çukurova bölgesinde milli bir devlet kurmayı ve Adana’nın çoğunluğunu oluşturan Türkleri bu yeni devletin sınırları dışına atmayı hedeflemişlerdir.

Bu konuşmayı doğru tarihsel bağlamda değerlendirebilmek için, 1923 Mart’ının, İtilaf Devletleri (Müttefikler) temsilcileri ile Türk heyeti arasında, 4 Şubat 1923’te Lozan Barış Konferansı’ndaki müzakerelerin ertelenmesine yol açan anlaşmazlıklar sonrasında gerçekleştiğini hatırlamak gerekir. Müttefiklerin Türk delegasyonuna sunduğu talepler arasında Çukurova bölgesinde bir “Ermenistan” kurulması da bulunuyordu. Türk heyeti bu ve diğer talepleri reddettiğinden, Lozan Konferansı’ndaki müzakereler durma noktasına gelmiştir. 2 Şubat 1923’te Lozan’daki Ermeni heyetinin başı şu ifadeleri kullanmış ve Müttefiklerden Ermenistan devletinin kurulmasını istemiştir:

“Büyük devletler, Türkiye’deki Ermenilerin kurtarılması hakkında yalnız siyasî ve insanî bakımdan değil, Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı’nda İtilâf Devletleri için ve bu devletlere karşı göstermiş olduğu pek çok hizmetlerden ötürü verdikleri sözleri de hatırlatırım. İtilâf Devletleri'nin çağırması üzerine Ermeni gönüllüleri akın akın bu devletlerin emrine girmişler ve söz verilen bağımsızlık için Filistin ve Kilikya’da savaşan Doğu Ordusu’nun çekirdeğini teşkil etmişlerdir.”

Bu noktada Kilikya olarak da adlandırılan Çukurova bölgesindeki demografik tabloyu hatırlatmak faydalı olacaktır, zira savaş öncesinde bile Ermeniler bu bölgede küçük bir azınlığı oluşturmaktaydılar. 1914’te Kilikya’nın Müslüman nüfusu 1.590.795 iken, Ermeni nüfusu yalnızca 198.059 olup, bu da Kilikya nüfusunun yaklaşık %10’unu temsil etmekteydi.

Bu nedenle 1923 Mart’ında Ahmet Remzi Yüregir ve Atatürk Adana’nın Ermeni işgali hakkında konuştuklarında, onların temel endişesi, Müttefikler ve Ermenilerin Kilikya bölgesinde bir Ermenistan devleti kurma çabaları ve böyle bir durumda bu bölgedeki Müslüman Türklerin başına gelebilecek olaylardı. Ermeni milliyetçilerinin bu bölgedeki Türkleri sürgün etmediği veya öldürmediği varsayılsa bile (ki Müslüman ve Türk nüfusa karşı işledikleri zulümler göz önüne alındığında bu oldukça şüpheli bir varsayımdır), şiddete meyilli ve ırkçı unsurların gözetimindeki bir azınlığın büyük bir çoğunluk üzerinde tahakküm kurması yalnızca bir apartheid rejimi olarak tanımlanabilir.

Bu nedenle Atatürk konuşmasının ilerleyen kısımlarında “Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur” derken, Türkiye’deki Ermeni vatandaşlarının bireysel haklarını değil, Ermenilerin Çukurova bölgesinde ya da Türkiye sınırları içinde başka bir yerde devlet kurma haklarını kastetmiştir.

Atatürk’ün bu konudaki tutumu oldukça netti; Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra Atatürk ülkeye dönmek isteyen Ermenilere bir fırsat vermek amacıyla iki yıllık genel bir af ilan etmiştir. Benzer şekilde, İsviçre Medeni Kanunu’nun ve yeni bir ceza kanunun benimsenmesiyle hukuki sistemde daha öne mevcut olan dine dayalı farklılıklar tamamen ortadan kaldırılmış ve Ermenilere yeni cumhuriyetin diğer vatandaşları gibi yasal eşitlik sağlanmıştır. Atatürk döneminde İstanbul Ermenisi olan Berç Keresteciyan, Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’nden birkaç dönem milletvekili olarak seçilmiş ve meclise girmiştir. Aynı şekilde, bir Ermeni aydını olan Agop Martayan Dilaçar, Atatürk tarafından kurulan Türk Dil Kurumu’nda baş uzman olarak görevlendirilmiş ve yine Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk tarafından kurulan Ankara Üniversitesi’nde profesör olarak ders vermiştir. Nihayetinde, Atatürk 1938’de vefat ettiğinde, İstanbul Ticaret Odası’nın üyeleri şehirde demografik olarak azınlık olmalarına rağmen büyük ölçüde gayrı-Müslimlerden (ağırlıkla Rum ve Ermenilerden) oluşuyordu. Bu durum, aktif olarak ayrımcılık uygulayan bir devlette mümkün olamayacak bir durumdur.

Benzer şekilde, Arzoomanian’ın Atatürk ile Benito Mussolini ve Adolf Hitler’in faşist diktatörlükleri arasında bir paralellik ve bağlantı kurma çabaları tarihi vakaların çarpıtılmasının büyük bir örneğidir.

Atatürk döneminde Türkiye 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olmuş ve uluslararası saldırganlığı önlemek için ‘kolektif güvenlik’ fikrini desteklemiştir. Bundan önce, 1929’da Türkiye Büyük Millet Meclisi, savaşın ulusal politika aracı olarak reddedildiği Fransız-Amerikan Briand-Kellogg Paktı’nı onaylamıştır. Ancak Atatürk’ün kolektif güvenliğe olan bağlılığı sadece sözde kalmamıştır. Milletler Cemiyeti, İtalya’ya Etiyopya’daki saldırganlığı dolayısıyla yaptırımlar uyguladığında Ankara İtalya ile ticareti durdurmayı kabul etmiştir; ki bu durum 1930’ların zor ekonomik koşullarında önemli bir ticaret ortağı olan İtalya ile ilişkilere rağmen gerçekleşmiştir.

Atatürk, aynı zamanda Batılı güçlerin Hitler ve Mussolini gibi diktatörleri hoşnut etme politikalarını da eleştirmiştir. İspanyol İç Savaşı sırasında Franco karşıtı Cumhuriyetçileri desteklemiş ve Franco’yu destekleyen Mussolini ve Hitler’e temelden karşı durmuştur. Eylül 1937’de Akdeniz ülkeleri Nyon Konferansı’nı düzenlemiş ve bu konferansta “İtalyan deniz haydutluğu” kınanmıştır. Atatürk’ün doğrudan talimatları doğrultusunda Türk heyeti Akdeniz’deki İtalyan saldırganlığına karşı koymak için İngiliz ve Fransız gemilerinin Türk üslerini kullanmasına izin vermiştir.

Atatürk, faşist diktatörlerin agresif eylemlerine sürekli olarak karşı çıkmıştır. Kemalist basın, İngiltere ile Fransa’nın Çekoslovakya’yı Hitler’e terk etme konusunda mutabık kaldığı Eylül 1938 Münih Anlaşması’nı şiddetle eleştirmiştir. Önde gelen Kemalist yorumcular Çekleri Nazi işgaline direniş göstermeye teşvik etmiştir. Atatürk’ün Türkiye’sinin gazetecileri kendi milli kurtuluş deneyimlerinden yola çıkarak, Çeklerin direniş göstermemesi konusunda hayal kırıklıklarını beyan ederek, Almanya’nın saldırganlığına karşı savaşmış olsalardı Çeklerin bağımsızlıklarını olmasa bile en azında onurlarını korumuş olabileceklerini belirtmiştir.

Atatürk’ün diktatörleri hoşnut etmeye ve faşizme karşı duruşu 1930’lu yıllarda o kadar nadirdi ki ünlü İngiliz yazar George Orwell şu ifadeyi kullanmıştır: “1935-39 yıllarında, Faşizme karşı hemen hemen her müttefik kabul edilebilirken, solcular kendilerini Mustafa Kemal'i överken bulmuşlardır” [vurgu eklenmiştir]. Arzoomanian’ın bu ilkeli duruşu faşizmle bir tutmayı ve gerçeklikten bu kadar kopuk bir sav oluşturmayı nasıl başarabildiği gerçekten merak konusudur.

Sonuç olarak Greg Arzoomanian’ın Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki suçlamalarının tamamen asılsız olduğu vurgulanmalıdır. Arzoomanian’ın ana savı, bağlamından tamamen koparılmış ve hedef kitlesini yanıltmak için çarpıtılmış bir alıntıya dayanmaktadır. Daha da önemlisi, alıntılanan ifadelerden biri başka bir şahsa ait olduğu ve alıntı cümlesinin ikiye ayrılarak Adana’nın Ermeni-Fransız işgali ile ilgili kısmının dışarıda bırakıldığı belirtilmelidir. Atatürk’ün Anadolu’nun parçalanmasını ve Çukurova’daki Türk çoğunluğun sürgün edilmesine veya apartheid benzeri bir yönetime tabi kılınmasına izin vermekten kaçınmasının, Ermeni vatandaşlarının sivil haklarını inkâr ediyormuş gibi yorumlanması da benzer şekilde yanlış yorumlanmıştır. Nihayetinde, tarihi gerçeklerin büyük bir çarpıtmasıyla Arzoomanian, Atatürk’ün faşist Mussolini ve Hitler’in diktatörlüklerine hem sözle hem de eylemle sürekli karşı çıktığını göz ardı etmekte ve Atatürk’ü bu rejimlerle haksız bir biçimde ilişkilendirmeye çalışmaktadır.

 


[1] Greg Arzoomanian, “Princeton must retire the Atatürk Professorship”, The Daily Princetonian, September 4, 2025, https://www.dailyprincetonian.com/article/2025/09/princeton-opinion-opguest-ataturk-professorship-turkey-armenian-genocide


© 2009-2025 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.