AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ORTAK EKONOMİK ÇIKARLAR DEĞİL, SİYASİ VE SÜBJEKTİF DÜRTÜLERLE GÜDÜMLENMESİNİN ÖRNEĞİ TÜRKİYE’NİN DIŞLANMASINDA GÖRÜLEBİLİR
Yorum No : 2012 / 67
19.11.2012
4 dk okuma

Avrupa Birliği 2009 yılından bu yana ekonomik bunalım içindedir. Düzelme ve iyileşme belirtileri bir yana, yeniden resesyona girme tehlikesi ufukta belirmiştir. Avrupa birliği için tehlike çanları elbetteki kısa vade için değildir. Sanayi devriminden bu yana, hatta daha önce sömürgecilik dönemlerinde temerküz etmiş sermaye, gelişmiş altyapı, ulaşılan teknolojik düzey AB’nin daha uzun süre önde gelen küresel ekonomik güç olarak varlığını sürdürmesine olanak sağlayabilecektir. Sorun ulaşılan refah düzeyinin , ekonomik gelişmenin sürdürülebilr olup olmadığı olarak ortaya çıkmaktadır.

Küreselleşen dünya ekonomisinde yeni aktörler sahneye çıkmış, kaynak paylaşımı değişmiş, teknoloji düzeyi eşitlenmiş, pazarlara ulaşım batının tekelinden çıkmıştır. Ekonomik gücün önde gelen göstergelerinden birinin enerji kaynaklarına ulaşım ve enerji üretimi olduğu söylenebilir. Petrol üreten başlıca Ortadoğu ülkelerinin oluşturduğu OPEC adlı kuruluştan esinlenerek başlıca petrol tüketen ülkeler tarafından oluşturulan, merkezi Paris’te bulunan Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) yıllık yayınladığı raporlardan sonuncusunda, “2012 Dünya Enerji Görünümü” geleceğe bir bakış açısı verebilmektedir.

Rapora göre, dünya enerji talebi 2035 yılına kadar üçte bir artacaktır. Bu artışın petrole yansıyan miktarı, günümüzdeki günde 87.4 milyon varilden 99.7 milyon varile çıkmasıdır. Enerji talebindeki artışın %60’ı Çin, Hindistan ve Ortadoğu ülkelerinden kaynaklanacaktır. OECD ülkelerinde talep sabit kalacaktır. AB 2020 yılına kadar enerji talebinde %20 indirim öngörmektedir. ABD batı ekonomilerini bekleyen bu gri gelecekten kendisini ayrıştırmıştır. Başkan Obama’nın seçim kazanma konuşmasında da yer verdiği üzere, ABD ülkesinde varlığı keşfedilen, yerin derinliklerindeki dar cepciklerdeki petrolü ve kömür tabakaları arasındaki doğal gazı ekonomik koşullarla çıkartma teknolojisini üretime geçecek şekilde geliştirebilmiştir. Bunun sonucu 2020 yılında ABD’nin, Suudi Arabistan’ı da geride bırakarak, dünyanın en fazla petrol üreten ülkesi olacağı öngörülmektedir. (Mutaden gizli tutulmasına özen gösterilen böyle bir gelişmenin en duyulacak şekilde açıklanmasının Avrasya jeopolitiği itibarıyla irdelenmesi, ABD’nin artık petrol nakil hatlarında ve körfezde hayati çıkarlarının göreceli olarak azalacak olmasının dış politikaya yansımaları ayrı bir çalışma konusu olabilecektir.)

Dünyanın ekonomik çekim alanının Pasifik kıyılarına kaydığı, Çin’in en büyük ekonomik güç olma potansiyelinin bulunduğu ve bu yönde ciddi mesafe kaydettiği , yeni değişen ve on yıl yönetimde kalacağı beklenen Çin liderliğinin önceliğinin yakalanan ekonomik ivmenin sürdürülmesi olduğunun açıklandığı bir dönemde AB’nin seçeneklerine Avrasya perspektifinde bakmakta yarar vardır. Herşeyden önce, AB’nin ekonomik geleceğinin avrasya’da olduğunu, başta Çin olmak üzere asya ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmek zorunda bulunduğunu söylemek mümkündür.Teorik olarak, AB Çin’e hala ileri teknoloji, know-how, pazarlama, araştırma ve geliştirme konularında katkıda bulunabilecek konumdadır. Buna karşılık Çin’in olağanüstü döviz rezervleri ve dış yatırım gücü AB’nin iştahını kabartmaya yeterlidir.

Diğer taraftan, Çin de AB ile ilişkilerine önem vermektedir. Toplam ihracatının %20’si AB ülkelerinedir. AB’nin günümüzde acil ihtiyacı devlet tahvillerine yatırım yapılmasıdır. AB’nin 6.5 trilyon avroyu bulan hükümet borçlarının yarısının riskli kategoride bulunduğu da dikkate alındığında, Çin’in yatırımını doğrudan dış yatırım (FDI) şeklinde gerçekleştirmeyi tercih ettiği görülmektedir. Nitekim 2009 yılında AB’ye 2.3 milyar avroyu bulan FDI çıktısı 2010 yılında 7.4 milyar avroya katlanmıştır. Ancak sözkonusu miktar hala gerek Çin’in toplam FDI yatırımları, gerek AB’nin kendi iç yatırımları itibarıyla ufak kalmaktadır. Çin’in ülke tercihi de yaptığı, Almanya, İngilter ve Fransa’ya ağırlık verdiği de gözlenmektedir.
AB’nin Avrasya ilişkileri doğal olarak Çin ile sınırlı değildir. Coğrafi bir vakıa olarak, AB’nin avrasyaya açılımı Rusya veya Türkiye üzerinden mümkündür. Türkiye’yi büyük lokma olarak niteleyebilen AB’nin bu anlamda Rusya ile bağlantısı herhalde kendisinin büyük lokma olmasıdır. AB’nin Türkiye’ye yaklaşımı ise ekonomi dışı önyargılı, sübjektif unsurlarla yaralıdır. Siyasi ve diğer yargıların ekonomik çıkarların önüne geçmesi AB bakımından Avrasya açılımında da herhalde bir eksi teşkil etmektedir. 


© 2009-2024 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır

 



Henüz Yorum Yapılmamış.

Kaynaklar:

Analiz
Yorum
Blog
Rapor
Bülten